HAKKIMIZDAKİ YORUMLAR İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYINIZ.
Medyum;
cinlerle insanlar arasında iletişim kuranlara verilen bir isimdir. Medyum kelimesi latince bir kelime olup yunan
kökenlidir. Medyum denildiği zaman birçoğumuzun aklına fal bakan, büyü yapan
gelecekten haber veren kişi gelir. Oysa medyum ve medyumluk dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde cidden
saygı duyulan bir meslektir.
Allah peygamber kullarına mucizeler; veli kullarına
kerametler; insanlardan bazı insanlara his, duygu, müşehade, ilham nasip eder.
Medyum ve medyumluk bu sınıfa dahildir.
Medyumların güvenilir olanını bulmak için vergi levhası ve önceki yatığı işlerinden aldıgığı başarı
oranını sorun
Medyum Uğur Hoca bir çok sayıda değerli görevlilerimizin
işini yapmıştır ve bu fikirler doğrultusunda başarılı çalışmalara imza
atmıştır.
Medyumluk vasfıyla
bu işi yapan sitelerinde yüzde yüz kesin ve garantili sonuçlardan bahseden ilmi
ve bilgiyi nereden aldığı belirsiz bugün medyum B
yarın medyum C olan birçok değişik isimle sayısız siteleri olan bu tarz
kişilerden uzak durun bu insanlar tarafından duyguları ve paraları dolandırılmış
onca insan varki ve hemen hemende hepsinin derltleri aynı insanların
çaresizliğini bu insanları seçmeniz aslında çokta zor değil.
Ne yazıkki halıkımız daha tam olarak medyumluk faliyetinin tam
olarak ne olduğunu bile bilmediği için her medyumum diyene inanmakta ve güvenmektedir.Bugün fal bakan insanda üfürükcü hocada medyum demektedir
kendine ;medyum demek
ruhani alemle temasa geçebilien kişiye denir.İnsanlarla ruhani alem arasında
köprü görevi görür ama ne yazıkki bugün medyumluk mesleğüi
falcılıkla eşit görülmektedir.
Ne yazıkki halıkımız daha tam olarak medyumluk faliyetinin tam
olarak ne olduğunu bile bilmediği için her medyumum diyene inanmakta ve
güvenmektedir.Bugün fal bakan insanda üfürükcü hocada medyum demektedir
kendine ;medyum hoca demek
ruhani alemle temasa geçebilien kişiye denir.İnsanlarla ruhani alem arasında köprü görevi görür ama ne yazıkki
bugün medyum hoca mesleği falcılıkla eşit
görülmektedir.
Dostlarım sizlere boş vaadlerde bulunan yüzde yüz garantili çözümlerden
bahseden bu kişilerden uzak durunuz.Peygamberler dahi konuşurken söze inşallah ile
başlarlardı.Bu tarz insanlar sizlerin sorununuzu çözemez sadece sizi biraz daha
batağa götürmekle kalırlar.
Büyü yapan kişiye verilen addır.ilk önce yazımıza
büyünün tanımını yaparaktan başlayalım.Büyü insanlık tarihinden beri var olup
ince ve anlaşılması güç olaylardır.İnsanın bir ömür boyu hayatını etkileyebilen çeşitli
amaçlarlada yapılabilen bir olgudur.İnsanın vucudunu ve manevi dünyasını
etkileyebilir.
Büyücülük aslında gizli ilimleri tanımaya imkan
sağlayan bir sanattır.Büyücü tarafından çağrılan gizli varlıklara (üç harfliler v.b) emir verilek istediklerini
gerçekleştirebilirler.Kendilerini bazen gösterirler bazende
göstermeyebilirler.Büyücülükde olumlu ve olumsuz olmak üzere iki şekilde büyü
yapılış amacı farklılığı göze çarpıyor.
Büyücünün en büyük silahı büyülemedir.Çünkü büyüler bir enerji akışına dayalıdır.Bu enerji
insanı ruhsal ve bedensel olarak yönetebilir.Bu yönetim genellikle enerjinin
nesnel ve formüllerin transferi şeklinde gerçekleşmektedir.Büyücünün amacı
doğanın gücünü organik olarak sahiplenmektir veya bu gücü sonuna kadar
kullanmaktır.
Büyü, insan iradesine tesir
etmek, insan iradesini değiştirmek, yönlendirmek, insan zihninde negatif vesvese uyandırmak, fikirlere tesir etmek, insan fizyolojisine tesir etmek, iş bozmak gibi meselelerde kullanılan
temelinde cin denilen enerji varlıkların, varlığı ile yapılan geçici veya
kalıcı etkidir.
Büyü, çok çeşitli amaçlar
için yapılan uygulama olduğundan esasında çok kısa bir konu değildir; ama ben
burada büyüyü güncel yöneleriyle sizlere anlatmaya çalışacağım.
Büyü yapıldığı niyetlerle alakalı olarak büyü yapılan kişiyi etkileyecek olursa kişinin
iradesinde, kararlarında ve hatta hayatında değişiklik başlar. Genellikle kötü
niyetli büyülerde büyü yapılan kişinin psikolojisi,
çevresi, işi yani hayatı kötü yönde etkilenir. Ve herşey tam bir muamma
halini alır. Eğer ki kişi üzerine yapılmış büyünün varlığını anlayamaz ve o büyü ile yaşarsa hayatında birşeyler kötü ve
eksik olur. Büyü yapılan kişi genelde değişken kişilikli iyiyi kötü, kötüyü iyi
gören bir çok konuda sağlıklı karar veremeyen bir insan haline gelir. Ve genelde büyülenen insanlar
büyünün etkisindendir ki, hem yardım almayı istemezler, hemde kendilerine
yardım etmek isteyenlere sert çıkışlar yaparlar. Genelde bana birşey olmaz beni
büyü tutmaz diye kibirlenen insanlarda
büyüye fazlaca rastlanılır.
Çünkü büyüyle musallat olan şeytani varlıklar kendi mekanizmalarını tehdit edecek yani onları bozacak pozitif enerjiyle karşılaşmamak için büyülediği kişinin zihninde bu ve buna benzer fikirleri uyandırırlar. Bu fikirlerle hareket eden kişi kendilerini etkileyen varlıkların tam tesirine girdiğinde onların uzun süre yaşamalarına izin vermiş olurlar.
Kısa dönemli olanlar, bir zaman sonra kendiliğinden iptal olur.
Uzun zamanlı olanlar, çok uzun bir süre insan hayatını olumsuz
yönde etkiler zorlaştırır.
Ömürlüklere gelince onlar; karşı kuvvetle yok edilmedikleri
sürece yani ilahi güçle
bedenden çıkarılmadıkları sürece bir insanın ömür boyunca hayatının
mahvolmasına sebeb olur.
Emin olun ki, büyü cinlerle yapılan metafizik bir oyundur, karanlık oyun. Ve yine emin olun ki, şeytan cinlerdendir meleklerden değil. Bunu ben değil kutsal kitap söylüyor. İnsan iradesiyle yaşayan ve karar veren bir varlıktır. Şeytan ise , kıyamete kadar mühlet verilmiş olan cinlerdir “şeytan insanlardan da olur cinlerden de”. Bakın dikkat edin. İnsan iradesi ve kıyamete kadar yeryüzünde mühlet verilmiş bir varlık. Peki büyü neydi? İnsan iradesine musallat edilen şeytani varlıklar. Her aklı olan insan bu gerçeklerden anlayacaktır ki, büyü denilen şey vardır ve insan hayatını olumsuz yönde etkileyebilir. Ve kıyamete kadar mühlet verilen şeytanla beraber büyüde varlığını devam ettirecektir.
Büyüler Belirli Siniflarla Gruplanmistir:
Çapraz ( Bir Kisiyi Birden fazla Farkli noktalardan yapilan )
Mender ( Ayriligina Yönelik çok güçlüdür..)
Hahame ( Incil ve tevrat tan faydalanilir bir
haham yada papazdan faydalanilir etkisi güçlü tarzlari barindirir.Halk arasinda
Papaz Büyüsü de denir)
Cannile ( Cin musallat etmek için yapilir..)
Daha Yüzlerce Büyü için bunlar Katagorize edilmis ve adlandirilmistir.)
2) Isinizde Basarilisiniz Fakat Ne yaparsaniz yapin Düsündügünüzün Olmasi gereken olumlu sonuçları maddi olarak alamiyorsaniz.!
3) Esiniz Artik size dokunmak hatta görmek dahi istemiyor Sizi
Seytan gibi gürüyor yada Eski ilgisi ve davranislari tamamen degisti ise .!
4) Mutlu ve Huzurlu olamiyorsaniz sürekli bas agrisi,Iç sikintisi,Ani
panik ataklar,Süphecilik,Yanlizlik hissi,Kimseye güvenememe ,Uyku düzensizligi,
Banyoda gözlerinizi kapali tutmaktan korkma ....
Hanımların Şikayetleri
1-Ümmüs sübyan.. (kadınların korkulu rüyası) hamilelik döneminde çocuğun henüz ceninlik aşamasında oluşmasını önleyen durum, hamile kalamamak..
2-Nişanlılıkta başlayan,bazen evliliğe kadar bazen de
evlilikten sonra da devam edebilen ağlamalar,boğucu sıkıntılar, bayılma ve
baygınlık turu kendinden geçmeler,kabuslu rüyalar,korkmalar,yalnız
kalamamaklar,hayal görmeler..
3-Loğusalık döneminde irkilmeler,korkmalar,ani bayılmalar,ağlamalar..
4-Nişanlı yada evli iken,esiyle hiç bir sorunu olmadığı
halde gördüğü bir insana karşı (tanısın,tanımasın) karşı inanılmaz duygu ve
istekle bağlanmak, yada bağlandığını zannetmek..Bu sorun evli ve nişanlı
olmayan insanlarda da gözlenmekle beraber onların Yıldırım aşkı tanımlaması
fazla üzerinde durmamalarını sağlıyor..
5-Rüyada
tecavüze uğradığını sanmak.. (kalktığında ise tecavüzün bir çok belirtisini
görüp,o yorgunluğu hissetmek)
1-Ani bayılmalar..
2-Sonradan oluşan kekemelikler..
3-Bir turlu temizlendiğine inanmadığımız uzuvlarımız.(eller ve ayaklar gibi)
4-Sara turu rahatsızlıklar..
5-Nişan ve Evlilik teşebbüslerindeki başarısızlıklar, yada hiç o aşamaya gelememek (Kısmetin bağlı olması)
6-Cinsel isteksizlik(normal yaslarda olunmasına rağmen gücün azalması yada bitmesi)
7-Uykusuzluk.. (Bir turlu uyuyamamak, yada uykuya doyamamak)
8-Eşlerin birbirlerinden soğuması ve nefrete donen ilişkiler
(aslında hiç bir gerekte yokken)
9-Eslerin birbirlerini aldattığı varsayımları.. (kendi kendilerini yiyip bitiren, rahatsız edici kıskançlıklar)
10-Ani ve aşırı korkmalar
11-İnsan tipinden farklı değişik ve korkunç kişiler görmek yada gördüğünü hissetmek..
12-Aynı rüyayı yada kabusu peş peşe görmek ve etkisinden kurtulamamak..
daha sayabilecegim pek çok Rahatsiz edici huzur bozucu Halleriniz irade disi davranislariniz varsa mutlaka ,Ebced'i depna ya baktiriniz.
Erken Teshis sizi her zaman Hayatinizin birdaha geri dönüsi olmiyan yollara girmesine daha basinda Farkettirip Engelliyebilir.Ebced'i depna Seytanin Hiç sevmedigi bir kelimedir.
Sihir çeşitlerini belirlemek kolay değildir. Çeşitli Büyü İzleri Vardır.Bununla beraber Fahreddin Razi tefsirinde sihrin sekiz çeşidini saymıştır. Bazı açıklamalar ile oradaki bilgilerin özeti şöyledir:
Büyü Çeşitleri ve Tarifleri
1-
Keldani ( Babil) Sihri ki, semavi kuvvetlerle yeryüzüne ait güçlerin karışımı
yoluyla meydana getirildiği söylenen ve tılsım adı verilen şeylerdir. Keldaniler eski bir
kavim olup, yıldızlara
taparlar ve bu yıldızların kainattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır
ile şerrin, mutluluk ile bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı.
Bunların tılsım adı verilen bazı acayip şeyler yaptıkları
söylenmektedir. İbrahim (a.s)
bunların bu batıl inançlarını düzeltmek için gönderilmişti ki, bunlar başlıca üç
tabakaydılar.
Bir
kısmı kainatın ve yıldızların kadim ( öncesiz) olduğuna ve kendiliğinden
varolmuş bulunduğuna kani idiler ki, bunlar bilhassa "sabie" adıyla
tanınmış idiler. Anlaşıldığına göre gök ve tabiat bilimlerinde bir hayli ileri
gitmişler ve bazı sanayi gariplikleri meydana getirebilmişlerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v)
yıldızlarla ilgili olarak öğrenilen bilgilerin sihir yapımında kullanılmasını yasaklamıştır.Diğer bir kısmı, meleklerin uluhiyetine kail olmuşlar ve her bir melek için bir heykel yapmışlar ve bunlara tapmışlardı.
Üçüncü bir kısmı da meleklerin ve yıldızların üstünde ve ötesinde her şeyi yaratan, istediğini yapabilen bir yüce yaratıcının varlığını kabul ederler, fakat o yüce yaratıcının, o yıldızlara bu alemde etkileyici bir kuvvet bahşetmiş ve kainatın yönetimi için onları görevlendirmiş bulunduğuna inanırlardı. Bu inanç şekli de çoğunlukla Tabiiyyun mezhebine ( rabiiyyecilere = naturalizme ) benzemektedir. Bize kalırsa, bu sihirde tabiiyyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulanmış olduğu anlaşılmaktadır.
2- Evham sahiplerinin ve kuvvetli kişilerin sihirleridir. Bunlar öyle sanırlar ki, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü arttırır. İdraki, gizli kapalı şeyleri algılayacak derecede gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları etkileyecek derecede güçlenir. O zaman istediği birçok şeyleri yapar, eşyada, canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf eder. Hatta o dereceye varır ki, bir irade ile bünye ve şekilleri değiştirebilir. İsterse öldürür ve yeniden diriltir, varı yok , yoku var edebilir. Gerçekten de beden terbiyesi gibi ruh terbiyesinin de birçok faydası olduğu inkar edilemez. Fakat ruhun bu derece güç kazanması, bir ilahi ihsan olmadan, yalnızca çalışmayla elde edilebilir birşey olduğunu farz etmek evhamdan öte birşey değildir.
Birtakım kimseler, riyazet, havas, rukye, muska, uzlet ve benzeri bazı yollara başvurarak, ruh ilminin bazı garip olayları ile uğraşırlar ki, manyetizma, hipnotizma, fakirizm ve diğerleri bu cümleden şeylerdir. Sihrin en aldatıcı ve en tehlikelisi de budur.
3- Cinlerden ve kötü ruhlardan yardım görme yoluyla yapılan sihirdir ki, azaim ve cincilik dedikleri şey budur. Mutezile ve son devir filozoflarından bazıları cinleri inkar etmişlerse de bunlar kısa görüşlü ve inkarda aceleci kimselerdir. Sanki kainatta ruhani ve cismani hiçbir gizli kuvvet kalmamış da hepsi keşfedilmiş ve sınırları belirlenmiş gibi, cinlerin aslı yoktur diye inkarı bastırmak, ilmi bir davranış olamaz. Bu inkarcıların bir kısmına "dünyada daha bilmediğimiz gizli kapaklı nice tabiat kuvveti vardır" deseniz, bunlar "evet" demekte tereddüt etmezler de aynı manada olmak üzere "cin vardır" deseniz, hemen inkar ederler.
Bunun için filozofların büyükleri cinleri inkar etmemiş ve "ervah-ı ardıye" adıyla anmışlardır. Fakat bunlarla belli sebepler altında insanların ilişki ve bağlantı sağlayıp sağlayamayacakları ilmi bir şekilde tetkik edilip ortaya konmadan hüküm verilemez. Lakin bundan dolayı bu yolla yapılan ve yapılacak sihirlerin varlığı inkar değil, kabul etmek gerekir. Hatta bugünün ispiritizmacılarını bu cinlerden sayabiliriz.
BÜYÜ
Büyü`nün özü, kökü, CİN`lere dayanmaktadır.Bütün mukaddes kitapların, önceki "sahife"ler de dahil olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur`ân her bir âyetinin, her bir kelimesinin 8 hizmetlisi yâni "hadimi" vardır.Yâni, her devirde nâzil olmuş bulunan mukaddes kitapların orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim-hizmetli-vazifeli kılınmıştır... Bunların 4`ü ulvî yâni "melek" cinsinden; 4`ü de suflî yâni "CİN" cinsindendir.Bu kelimelerin "ebced ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin vazifeli CİNini harekete geçirerek, sevkedildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler.
EtkiliBüyü
Etkili büyü yaptıracağınız büyünün amacına ve şekline göre farklılık gösterebilir.Kesin olan büyü diye bir şey yoktur.Güçlü ve kuvvetlibüyü vardır.
Büyü bozmak için ebcedi depna bakımıyla büyünün varlığı
tespit edilmelidir.Daha sonra bozma işlemine geçilmedir.
İşte, "BÜYÜ" denilen olay, bir kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir.
• Ruh halinizde bir değişiklik hissetmeniz, Vesvese halleri... Mesela; bazıları evden dışarı çıkıp içeri girse elbisesinin hatta tüm bedenlerinin kirlendiği hissine kapılarak elbiselerini değiştirirler ve banyo yaparlar... Bazılarının derdi problemi de su ile; devamlı banyo yapmak isterler saatlerce banyoda kalırlar, saatlerce ellerini yıkarlar.
• Kendinizi tanıyamaz durumda olmanız,
• Gece artarak devam eden sıçrayarak uyanmalar, Uyku esnasında korkma, bağırarak uyanma,
• Korkunç rüyalar görmeye başlamanız,
• Rüyalarınızda sık sık kedi, köpek gibi hayvanları görmeniz,
• Uykuda yükseklerden atılma-düşme-uçma (sık sık olanlar)
• Uyku esnasında dişleri gıcırdatmak..
• Uyku esnasında terlemek (oda sıcaklığı yada giydiği şeylerle alakalı olmayan hallerde)
• Boğuluyormuş gibi olmak (boğazını sıkıyorlarmış hissi)
• Kalp ya da midenizde ilgili rahatsızlığınız olmadığı halde göğüs kafesinizde ağrı hissetmeniz
• Aşırı yorgunluk,
• Aşırı Bitkinlik,
• Ensenizde ağrılar,
• Kasıklarda ağrı yada şişkinlik..
• Saçlarınızda elektriklenmeler olması,
• Gözlerdeki ağrılar,
• Gölgenizin sizi izlediği izlenimine kapılmak,
• Hastada hep bir tedirginlik, uyuşukluk, tembellik
• Takip ediliyormuş hissi
• Yalnızlıktan korkma ve tedirgin olma.. (bazıları da tam tersine yalnızlığı sever ve odalarına kapanırlar, kalabalıklardan hoşlanmazlar)
• Sabahları uyanınca ellerde kollarda (genelde sol kolda) uyuşma
• Akşam yatağına yattığında uyuyamama sağa sola dönüp durma, sabaha karşı uykuya dalma, sabahları da uyanıp kalkamama hali..
• Ayak tabanlarınızın yanma halleri başlıca belirtilerdir.
Bazı insanlarda, aşırı etkilenme ve geç müdahale sonucu sinir bozuklukları ve akli denge bozukluklarına kadar giden olaylar mevcuttur. Bu yüzden dikkatli olup, bu belirtileri önemsemek gereklidir. Büyülerde etkinin beyin iradesiyle en aza indirilmesi mümkündür.
Büyülerin etkileri insanların burçlarına göre de değişkenlik gösterebilir. Yengeç, Aslan, İkizler, Oğlak, Kova ve Yay Burçları büyü konusunda daha hassastır
Bazı insanlarda, aşırı etkilenme ve geç müdahale sonucu sinir bozuklukları ve akli denge bozukluklarına kadar giden olaylar mevcuttur. Bu yüzden dikkatli olup, bu belirtileri önemsemek gereklidir. Büyülerde etkinin beyin iradesiyle en aza indirilmesi mümkündür.
Büyülerin etkileri insanların burçlarına göre de değişkenlik gösterebilir. Yengeç, Aslan, İkizler, Oğlak, Kova ve Yay Burçları büyü konusunda daha hassastır
Büyülerin etkileri insanların burçlarına göre de değişkenlik gösterebilir. Yengeç, Aslan, İkizler, Oğlak, Kova ve Yay Burçları büyü konusunda daha hassastır
-genellikle kadim süryani dili ile okunan dualar kullanıldığı için papaz büyüsü adını alır...
-kadının hayz günü başlangıcın daki ilk kan ile yapılır...
-sıcak ve soğuk şekli vardır...
-bir çok amaç için yapılır (bağlama,muhabbet,kısırlık,soğutma ve cinsel tercih değişikliği için)
-bazı ünlü bayanların genç erkekler üzerinde uygulattığı gibi bir rivayet te vardır...
Sevgi Büyüsü Yapma
Sevgi Büyüsü Nasıl Bozulur
Bismillâhirrahmânirrahîm. yedullâhi fevka yedeyye ve lillâhil emru min kablü ve min ba’dü allâhümme innes semâe semâüke vel ardu arduke ves sehlü sehlüke vel berru berruke vel bahru bahruke vel ıbâdü ıbâdüke lâ ilâhe illâ ente sübhâneke eselüke allâhümme bi nûri celâlike ve azîmi sultânike en tecalel büldâne vel müdüne vel kurâ dayyikati alâ hattâ yercia ilâ zevcetihi fülânete binti fülânete hattâ yercia ilâ zevcetihi fülânete binti fülânete allâhümmecal aleyhid dünyâ edıkı min halkıhil hâtemi alel esbeı ve nüfiha fis sûri fecema’nâhüm ceman allâhümme hayyır fülân ibni fülânete hattâ yercia ilâ zevcetihi fülânete binti fülânete kemâ hayyıral cemelü fî aklihi vet tayru fî vikrihi vel veledi alâ mehabeti ümmihi hattâ yercia ilâ beytihâ ve mekânihellezî harace ve nüfiha fis sûri fe izâhüm minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn. Kâlû yâ veylenâ men beesenâ min mer kadinâ hâzâ mâ ve ader rahmânü ve sadakal mürselûn. İn kânet illâ sayhaten vâhideten feizâhüm cemîun ledeynâ muhdarûn.velâ tahvîhi ardun velâ tahvîhi dârun velâ mekânün hattâ yercia ilâ zevcetihi fülânete binti fülânete ve ilâ mekânihâ allâhümme kemâ radedte yûsüfe alâ ya’kûbe ve kemâ radedte mûsâ ilâ ümmihi allâhümme yâ câmiaş şetâti yâ câmian nâsi li yevmin lâ raybe fîhi rüd fülân ibni fülânete alâ fülânete binti fülânete ve ilâ mekânihellezî haraca minhü vecma’ şemlehâ bi şemlihi inneke alâ külli şeyin kadîr.
Sevdiğin Kimseyi Kendine Isındırmak İçin DuaVe kale nisvetün fil medineti imraetül azizi türavidü fetaha an nefsihi kad şeğafeha hubben. Allahümme a'şık fülan binti fülan kema a'şakte imraetü aziz ala yusüf bin ya'kub feinneke kaadirun ala zalike ve zalike alellahil yesiyr.
Bu dua yedi kez yazılıp arzu edilen kişiye içirilir yada
kırkbirkez suya veya şekere okunup yedirilir ise karşılığında o kimseden derin
bir sevgi ve muhabbet görür.
Muhabbet büyüsünde kuranı kerimdeki muhabbetten bahseden
ayetlerden istifade edilebilir. Şöyleki. Bu ayetler harflerinin adedi kadar
yahut 100 er defa okunmaya devam edilip dua edilerek hadimlerinden yardım
istenir.Yine Aşağıdaki duada Muhabbetin daha güzel olmasını kolaylaştıracak dualardandır. “VE ELGAYTÜ ALEYKE MEHEBBETEN MİNNİ” Yukarıdaki ayeti kerime mum üzerine 41 adet okunacak ve filan kişide benim sevgimden aşkımdan böyle yansın ve bir an evvel bana dönsün (burada niyet söylenecek) deyip akşam ezanından sonra yakılacak.. Bu uyulamayı yaptığınız niyet ettiğiniz uyguladığınız kişi nerede ve ne kadar uzakta olursa olsun döner gelir ve sizi ölene kadar sever.
Bu dua yedi kez yazılıp arzu edilen kişiye içirilir yada kırkbirkez suya veya şekere okunup yedirilir ise karşılığında o kimseden derin bir sevgi ve muhabbet görür.
Muhabbet büyüsünde kuranı kerimdeki muhabbetten bahseden ayetlerden istifade edilebilir. Şöyleki. Bu ayetler harflerinin adedi kadar yahut 100 er defa okunmaya devam edilip dua edilerek hadimlerinden yardım istenir.
Yine Aşağıdaki duada Muhabbetin daha güzel olmasını kolaylaştıracak dualardandır. “VE ELGAYTÜ ALEYKE MEHEBBETEN MİNNİ” Yukarıdaki ayeti kerime mum üzerine 41 adet okunacak ve filan kişide benim sevgimden aşkımdan böyle yansın ve bir an evvel bana dönsün (burada niyet söylenecek) deyip akşam ezanından sonra yakılacak.. Bu uyulamayı yaptığınız niyet ettiğiniz uyguladığınız kişi nerede ve ne kadar uzakta olursa olsun döner gelir ve sizi ölene kadar sever.
HAVAS İLMİ
Havas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir. Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebulalar ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende her şeyle bağlantılıdır.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir
sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal
altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve
zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve
öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince
özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim
yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir.
Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde mele küt ve
cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acayipliği
içinde gizlemiştir.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel
oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin
kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar
tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği
şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde
etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar
bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma
örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki
meleği örnek olarak verebiliriz. Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kuran ı Kerimin anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta
geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder
gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman
mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır.
Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların
ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden
etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz halin de hali
dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile
ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin,
sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı
ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve
hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan
ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani
alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve
ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Havas ilmi genel kanıdaki
düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin
sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın
veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve
bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir. Bu
ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve
lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile
canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebulalar ve
galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende
her şeyle bağlantılıdır.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir
sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal
altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve
zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve
öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası
gelince özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu
ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan
gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde
mele küt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı
ve acayipliği içinde gizlemiştir.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel
oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin
kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar
tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği
şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde
etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar
bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma
örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki
meleği örnek olarak verebiliriz.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat
insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da
rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan
birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur.
Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber
çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler
kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki
kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar
da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin
çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu
tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler,
periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi
melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken
hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve
yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar
bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara
ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile
eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır
yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve
daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı
şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve
etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları
da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını
(gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen
bilmelisin ki; Kuran ı Kerimin anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.)
peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere
lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz
bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh
vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın
mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen
hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu
yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde
edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve
etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta
geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider.
Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman
mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile tertip
olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki ederse
bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal diliyle sana
sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol ki; rakamların,
vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve rakamdır.
Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır. Bunların da
cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve
cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden
etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz halin de hali
dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile
ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin,
sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı
ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve
hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan
ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani
alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve
ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir
sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal
altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve
zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve
öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası
gelince özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu
ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan
gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde
mele küt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı
ve acayipliği içinde gizlemiştir.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel
oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin
kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar
tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği
şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde
etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar
bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma
örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki
meleği örnek olarak verebiliriz.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat
insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da
rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan
birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur.
Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber
çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler
kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki
kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar
da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir
işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas
mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp
cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha
iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken
hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar
çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir
çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve
dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile
eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır
yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve
daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı
şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve
etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları
da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını
(gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen
bilmelisin ki; Kuran ı Kerimin anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.)
peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere
lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz
bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh
vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın
mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen
hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu
yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde
edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve
etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta
geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder
gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman
mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır. Bunların
da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve
cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden
etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz halin de hali
dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile
ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin,
sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı
ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve
hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan
ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani
alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve
ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir. Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur, kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder, ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok olur.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel
oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin
kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar
tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği
şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde
etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar
bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma
örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki
meleği örnek olarak verebiliriz.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat
insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da
rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan
birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur.
Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber
çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler
kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki
kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar
da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir
işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas
mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp
cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha
iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken
hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve
yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar
bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara
ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile
eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır
yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve
daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı
şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve
etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları
da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını
(gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen
bilmelisin ki; Kuran ı Kerimin anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.)
peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere
lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz
bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh
vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın
mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen
hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu
yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde
edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve
etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta
geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder
gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman
mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır.
Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir.
Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi
bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz
halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve
marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle
harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin,
hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde
dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve
ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının,
denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin
etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat
insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da
rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan
birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur.
Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber
çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler
kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki
kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar
da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir
işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas
mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp
cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha
iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken
hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve
yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar
bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara
ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile
eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır
yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve
daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı
şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve
etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları
da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını
(gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen
bilmelisin ki; Kuran ı Kerimin anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.)
peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere
lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz
bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh
vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın
mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen
hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle
onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin.
Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici
olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır kapısı
karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak olan
bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla beraber
kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu geçeceğin sır
kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin. Tabi ki;
sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen gereken
bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk vermez. Bu
hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır.
Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir.
Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi
bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz
halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve
marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle
harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin,
hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde
dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve
ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının,
denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin
etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz
bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh
vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın
mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen
hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu
yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde
edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve
etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin.
Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen
gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk
vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır.
Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir.
Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi
bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz
halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve
marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle
harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin,
hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde
dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve
ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının,
denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin
etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların
şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların
sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana
alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır
kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak
olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla
beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu
geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta
geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder
gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman
mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür.
Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile
tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki
ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal
diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol
ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve
rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır.
Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir.
Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi
bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz
halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve
marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle
harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların,
canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve
hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan
ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani
alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve
ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri
elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden
ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve
bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli
isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler
içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu
yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım
şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur
anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur,
kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi
ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu
imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal
saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta
açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın
kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder,
ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da
kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruhu Sultanda son bulur. Kendine
kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok
olur.
Başlıca Büyü Belirtileri;
1- Farklı Hastalıklarda Olması Gereken Belirtilerin Bir Arada Olması
2- Yakınlarına Karşı Düşmanca Tavırlar
3- İbadette Zorlamalar
4- ilaçların Etkisine Karşı Direnç
5- Bulunan Mekanlarla İlgili Şikayetler
6- Aile Fertlerinin de Dahil Olduğu İzah Edilemeyen Yakınmalar
7- Bilinç Bulanıklığı
8- Sapkın İlişkiler
9- Şikayetlerin Abuk-Sabuk Materyallerle İlgili Görülmesi
10- Çok Yönlü Şikayetler
11- Evlilik Problemlerinin Sık Görülmesi
12- Eşler Arası Anlamsız Kavgalar
13- Garip Davranışlar
Sevdiğine yada etrafındaki insalara daha güzel daha şirin görünmek isteyenlerin başvurduğu bir büyü çeşididir.
Sevdiğine daha güzel daha şirin görünmek isteyenlerin aşağıdaki duayı bir tatlşıya okuyup onu sevdiğine ikram etmesi önerilir.
Ya hayyü ya kayyümü bike esteğıysü faslık li şe'ni küllehü ve la tekilni ila nefsi tarfete aynin
Eğer sevdiğin insana şirin görünmek istiyorsan pazar günü oruç
tutarak oruçlu olduğun yeri 7 karanfil ile Sevdiğin kişiye şirin görünmek
istersen pazar günü oruçlu olarak olduğun yeri 7 karanfil ile tütsüleyip yirmi
defa okursan sevdiğine şirin görünürsün.
Metal bir kap içerisine sabah saatlerinde biraz soğuk süt koyunuz .Sütü yüzünüze sürün ve aynı işlemi 11 defa tekrar edin her defasında 33 kere muttan kabali kelimlerini söyleyin işleminiz bitince yüzünüzü soğuk su ile durulayın.
Şirinlik duası
Şemhahirin Şemhahirin. Şemhahîrin Şemhahîrin. Bikehtahûnihin Bikehtahûnihin. Beşârişin Beşârişin. Tunîşin Tunîşin. Şemhabarûhin Şemhabarûhin.
Allahümme bi hakkı kehkehicin yağtaşin bi lat sağşağavilin. Emvilin celedin mehcemen helmecin vurudihin mehfeyacin bi izzetike illa ahazte semihim ve Ebsarihim.
Sübhane men leyse kemislihi şey'ün ve Hüve's-Semiû'l-Basîr. Ve Bi Hakkı (Adedi Kadar Tespit Edilmiş Esmaül Hüsnâ Okunulur.)
Ecibü eyyetühel müliki vel avan bi hakkı hazihil esmai aleyküm vetâatiha ledeyküm ve bi hakkı men kale li's-semavati vel ardi i'tiya tavanen kerhen kaleta eteyna tai ine lillâhi'r-rabbil alemîn. Ecibu vesmeu ve atiu vela tekunü minellezine kalu seminâ ve atânâ ve hüm la yesmaune. Ecib Yâ Cebrâil Aleyhisselam ve Yâ İsrâfil Aleyhisselam ve Yâ Mikâil Aleyhisselam ve Yâ Azrâil Aleyhisselam ve ente Yâ Emlakil müvekkiline Bi Hazel Vefk (Esmadan Çıkarılan Ulvi Hadimlerin İsimi)
Aksemtü Aleyküm bil melekil azim münzilel vahiy ale'r-Resuli min muradikatil azameti ilâ levhil Mahfuz. İlla mâ ecebtüm azimeti hazihi vehzurtüm hâdimi hazel yevmül müvekkiline Bi Yevmil(Okuma Günü) El Meliki (Günün Ulvi Hizmetlileri) Ve hâdimihi meleki (Günün Sufli Hizmetlileri) Ve hüddami hazel vefk (Sufli ve Şerri Hizmetlilerin İsimleri) Bi hakkı (İstek) Mâ fiha min sırri vel Esrari ve nur'ül Envâri Heyyen Heyyen. El-vâhen El-vâhen.. E'l-acele El-acele. Es-sâate Es-sâate.. .
AŞK BÜYÜSÜ
Birine karşı kendini sevdirmek ona şirin gözükmek sevgi ve muhabbet amaçı ile yapılan uygulamalardır.İstenilenin talep eden kişiye aşırı bağlılık sevip bağlanması amaçlanır.Bilinen birçok çeşiti bulunmaktadır Ak büyü cinsi uygulamalardır.
Aşkbüyüsü tarifleri öyle kolayca
bulunmaz.Bulunanlar ise kulaktan kulağa dolma yalan yanlış olanlarıdır.Aşk
büyüsü yaparken ve sonrasında tutarmı diye tereddüt etmek aşk büyüsü nün
etkisini azaltır.Etkili yapılan aşk büyüsü çok
büyük olasılıkla tutar.
AşkBüyüsü Çeşitleri
EnEtkili Aşk ve Aşık Etme Büyüsü
Çok etkili aşk büyüsü vefk tılsımıyla yapılandır.Güçlü bir aşk büyüsü sizi sevdiğinize aşık etmek için en ideal bir yöntem bile sayılabilir.
Kadın ve Erkek için yapılan aşk büyüleri;sevdiğim aşkından yanıp tutuşsun ve giden sevgiliyi geri getirmek için yapılır.
Sevenleri veya Ayrı Olanları Birbirine kavuşturmak ve birleştirmek amacıyla yapılır.Eşinizle tekrardan barışmak ve sevdiğime kavuşmakistiyorum diyorsanız oldukça güçlü bir yöntemtir.
Kendini Sevdirmek için yapılan bir büyüdür.Hoşlandığın kişiye açılmakta zorlanıyorsan,kendini beğendirmek,karşı cinsin gözüne hoş görünmek için yapılır.Hayırlı Kısmet veya Eş Bulma içinde tercih edilebilir.
Giden Sevgiliyi Geri Döndürmek için yapılan bir büyü çeşitidir.Giden Sevgiliyi Geri Getirmek için kullanılan büyüler bu gruba girer,Ayrılan Sevgiliyi Geri Döndüren bu büyülei genelde Ayrı Çiftler tarafından tercih ediliyor.
Sevgilim Bana Nasıl Geri Döner Soruna iyi bir cevap olan bu büyü çeşitidir.Size Sevdiğinizi Geri getiren kolay ve basit büyülerdendir.
Çevreye şirin görünmek için kendinize aşık etmek için yapılan büyü çeşitidir.Şirinlik Muskası adıda verilir.
AşkBüyüsü Nasıl Yapılır
Vefk tılsımı adı verilen bir uygulama sayesinde gerçekleşen aşk büyüsü;bilinen aşk büyüleri içinde en kuvvetli yöntemdir.Güzel bir aşk büyüsü ile sevdiklerime kavuşmak isteyenlere derman çare olabilir.
Etkili ve en güçlü olan yolu vefk adı verilen tılsımlar ile hazırlanan cinsidir.Doğru ve uzman kişiler tarafından yapılan bu işlemlerin tutma olasılığı çok yüksektir.
Aşk büyüsü hakkında daha detay bilgi almak için lütfen irtibata geçiniz.
BEKARLARİÇİN EVLİLİK BÜYÜSÜ
Evlilik büyüsünde ki amaç; çiftler arasındaki evlenmeye engel olacak kişilerin ikna olmasını sağlamak veya karşı cinsi evlenmeye ikna etmektir. Etkisi ömür boyu sürebilir. Doğru bir şekilde uygulandığı taktirde başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bu büyüde önemli olan, işlem yaptıran kişinin samimiyetidir. Hayırlı bir evlilik yapmak isteyenler ve kısmetin açılması için(Cuma günü yapılacaklar) 21 gün boyunca her gün 1 bardak suya 101 defa, ‘’Inna fetahna leke fethan mübina. Ve fütihatis semaü fekanet ebvaba’’ okunması ve bu suyun evlenmek ... Cuma günü 100 kere okunan istek duası Cuma günü sela vakti 100 kere okuyan dileğine kavuşur Allah Teala'nın izniyle. Sübhan-Allahve'l-hamdü li'llahi ve la ilahe illallahu ... Evlilik için Cuma suresi Helalinden hayırlı bir evlilik için Cuma suresi 18 defa okunur. Bismillahirrahmanirrahim 1. Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardıl elmelikilkuddusil-'aziyzilhakiymi. 2. Huvelleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne resulen ...
Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü'minun,küllün amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih,la nüferriku beyne ehadin min rusülih,ve kalu semi'na ve ata'na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.La yükellifullahü nefsenilla vüs'aha,leha ma kesebet ve aleyha,mektesebet,rabbena latüahızna innesiyna ev ahta'na,rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min gablina,rabbena vela tühammilna,mala takatelena bih,va'fü anna,vağfirlena,verhamna,ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn. bu dua 7 adet mum alınarak her bırının uzerine 41 defa okunarak yakılmaya başlanır zira her gun bır edet yakılır sevdiği ona mutlaka ram olur.
Kara büyü; kötülük için yapilan büyüdür,.Kara büyü insanin hayatina sagligina mal ve mülküne evine-barkina-hayvanlarina yönelmis olan büyüdür.Sevisenleri-evli esleri birbirinden sogutmak ve ayirmak konusma kabiliyetini cinsi kudreti-uykuyu vs baglamak hisim ve düsman kabul edilen kisiyi hasta etmek.Kara büyü asil sihir ki bazi kimseler perilerin ve hususiyetle seytanlarin yani kafir cinlerin müdahalesiyle bu büyü islemini yaparlar.
Kara Büyüde Kullanılan Malzemeler;
Yarasa gözleri ve kanı;kara kedi;idrar;kan;ceset parcaları;kurbağa kanı ve gözü;karga kanı ve gözü;mezar toprağı gibi.....
Kara Büyü Nasıl Bozulur
Büyüler tersi işlem yapılarak bozulur.Hangi yolla yapılmış ise bozumunda ise o yöntemleri bilmek gerekir.Uzman hoca yada medyum tarafından bozdurmak yoluna giderilmelidir.
Kara büyü tamamen zarar amaçlıdır.Bunda ustalaşmış büyücüler herşeyi göze alabilir ve yapabilirler.Güçlerini karanlık güçlerle işbirliği yaparak alırlar.Kara büyü tanrıyı inkar etmek demektir.
PAPAZ BÜYÜSÜ
Hayz kanı ile yapılan ve pagan dönemlerden kalan en etkili büyü çeşitlerinden birisidir...
Adet kanı büyüsü asılında papaz büyüsünün değişik bir yapılış şekli olarak değerlendirilebilir.Diğer yöntem malzemelerle birlikte bir papazdan yardım isteme yöntemidir.
Papaz Büyüsü Nasıl Bozulur
Papaz Büyüsü genelde tersi işlem yapılarak bozulur.Papaz Büyüsü Bozulması işin ehli hoca veya medyum tarafından yapılmalıdır.
Papaz büyüsü hakkında daha detay bilgi almak için lütfen medyum uğur hoca ile irtibata geçiniz.
Genellikle evli kadınların eşlerine karşı yaptığı bir
uygulamadır.Gözü benden başkasını görmesin amacı ile yapılır.Bağlama
büyüsü yedirme içirme işlemi ile yapılanlarıyla beraber özel
tılsımlar ile yapılanlarıda bulunmaktadır.Tılsımlar en etkili
olanlarıdır.Yapılan kişinin yaptırandan başkasını gözü görmez bozulması en zor
büyüler arasındadır.
Kendine Bağlama Büyüsü Eşinizi Yada Sevdiğinizi Kendinize bağlamanız amacıyla yapılan büyü çeşitidir.Eşiniz veya sevgiliniz sözünüzden asla çıkmaması ve sözünüzü dinlemesi için yapılır.
Eşinizin Veya Sevdiğinizin Gözü Bağlansın Gözü benden başkasını görmesin amacıyla yapılan bir büyü çeşitidir.Gözünün bağlanması ile ayrıca sonsuz sadakat büyüsüde sağlar.
Bağlama büyüsü ilişkiniz hakkında konuşanlar için ve ilişkiye mani olanları engelemek amacıyla yapılır.Kaynana veya Kayınbabanızında dilini bağlamak içinde oldukça ideal bir büyüdür.
Bağlama büyüsü ndeki amaç beni sevsin,bana bağlansın amacındadır.
Genelde hovarda ve çapkın kocalar için yapılan en etkili bağlama büyülerindendir.Erkeklik bağlama büyüsü,erkeğin cinsel gücünü bağlamada,ve evine bağlanmasında oldukça etkilidir.
Kocanızın veya Sevgilinizin size bağlanmasını amaçlar,kocanız sizden başka bayana bakmaz,sevgilimin veya eşimin bana bağlanmasını istiyorum türünden istekleriniz için güçlü bir bağlama büyüsüdür.
Doğru ve Uzman kişiler tarafından yapılan bu işlemlerin tutma olasılığı çok yüksektir Vefk adı verilen tılsımlar en güçlü ve etkili olanlarıdır.
Sevgi Büyüsü birisinin sevgisini kazanmak onun kalbine kayıtsız şartsız girmek için yapılan işlemlerin genel metodudur. Sevgi Büyüsü ak büyü cinsi uygulamadır ve bir çok çeşidi bulunmaktadır.En etkili Sevgi Büyüsü tılsım şeklinde hazırlananlarıdır.Bu uygulamaların başarı oranı hem çok yüksek hemde bozulmaları çok zordur.
Eşler Arası Sevgi Büyüsü Sevdiğinizin veya Eşinizin veya Hayat arkadaşınızın geri gelmesini veya sizi aramasını istiyorsanız Bu büyü çeşiti etkili bir yöntemdir ve kisa zamanda olumlu sonuclar alınır Bu büyü diğer büyülere hitaben daha olumlu sonuçlar vermektedir.
Sevgiliniz ve Eşiniz tarafından terk edildiyseniz veya aranız bozuk olan herhangi bir kişi ile tekrar aranızı duzeltmek ve aranızdaki bağı kuvvetlendirmek istiyorsanız Sevgi büyüsü yaptirmaniz mümkün olacaktir ve etkili bir büyüdür.
Genellikle karşıdaki kişiyi etkileme amaçlı ve size karşı sevgi
duyması için yapılır.Etkilemek istediğiniz kişinin bir fotoğrafını alın ve dört
raptiyenin yardımıyla yatağınızın başucuna asın. resmin açısına dikkat edin!
Resimdeki yüz size dönük olmalı ve ek olrak şunuda belirtelim bu işlemi
uyguladığınız yatakta sizden başkası yatmazsa iyi olur, çünkü gerçekten etkili bir büyüdür..
bu büyü sayesinde resmini kullandığınız kişinin zihnini sürekli meşgul
edeceksiniz. Hani bir söz vardır nereye baksam onu görüyorum onu sürekli
görmeye hazır olun...
Bu işlem vefk ilmi ile hazırlanır ve oldukça etkilidir.Sevdiği
kişiye karşı kendini sevdirmek ona güzel gözükmek sevgi ve muhabbet amaçı ile
medyumlar tarafından yapılır İstenilenin talep eden kişiye aşırı bağlılık sevip
bağlanması amaçlanır.
Sevgi büyüsünü bozmak Öncelikle Medyumlara başvurulur ve
Onlardan yardımlar alınır Sevgi büyüsünü bozma için tamamen ters uygulamalar
yapılmaktadır.
Sevgili misafirler büyü ve sihir bozmak için ihtiyacınız olan duadır.Önce 2rekat Allah rizasi icin namaz kilin hasil olan sevabini resulüekremin ve ehlibeytinin ruhuna hiba edin sonra 2rekat niyetiniz icin namaz kilin Yarrabi bana bütün sihirbazlardan büyücülerden cin ve cincilerden gelen bütün rahatsizligimdan kurtulmam icin Eyüp as. ma sihat ve sifa verdigin gibi benide sihat ve afiyetime kasvustur vs… Daha sonra bir kap su alin niyetinizi geriye suyun üstüne söyleyin suya varsa biraz zem zem yoksa biraz deniz suyu o da yoksa biraz normal tuz karistiurin agziniz suya getirip yasini okumaya baslayin birinci mübini okuduktan sonra 7ayetelkürsi sonra yasini biraktiginiz yerden olkumaya devam edin 2mübini okuduktan sonra 7felag 3mübini okuduktan sonra 7nas 4mübini okuduktan sonra 7 insirah 5mübini okuduktan sonra 7ihlas 6mübini okuduktan sonra 7fatiha 7mübini okuduktan sonra 7amenerresulü okuyup yasini okumasini bitirin okuduklarinizi önden suya sonrada üstünüze üfleyin besmele ile 3 veya yedi yudum icin elinizi yüzünüzü yikayin kollarinizi omuzlariniza kadar yikayin sag elinizle o sudan kalbinizi ovalayin kafaniza mest verin boynunuzuda mesleyin kalan suyla evin 4 köşesini ıslatın Evin muhtelif yerlerine okunmuş su serpin.
Matlubun
yanına varmadan evvel 19 defabismillahirrahmanirrahim. Ferdün hayyun kayyumun
hakemün adlün kuddüsün anetil vücuhu lil-hayyil- kayyum okunup matlubun yanına
varınca yüzüne karşı sıcak nefesle üflenir. Okuma ile üfleme arasında konuşma
ve uzun yolculuk, veya başka bir meşguliyet olmamalıdır. Meryem Suresi ile
Muhabbet Büyüsü meryem suresi temiz iki adet kagıda is mürekkebi ile yazılır bu
yazılan kagıtlardan birisi suya ıslatılır biriside üzerinde tasınır suya
ıslatılan kagıt içirilir içirilemezse gelip gectigi yola veya evinin önüne
dökülür ..... Medyumdan Etkili Muhabbet Büyüsü Kevser suresi tatlı bir şey
üzerine harflerinin adedi kadar okunur. Okumaya başlamadan evvel niyet edilmesi
gerekir. Okuma bittikten sonra evvela allah?a dua edilir. Sonrada *ey bu
surenin Etkili Muhabbet Büyüsü Yaptırmak Gusül edip pak ve halvet (temiz ve
boş) bir yerde… 2 rekat namaz kıl. Ondan sonra 500 kere bu duayı oku. La ilahe
illallahur rauf… Detaylı bilgi için iletişim sayfamızı ziyaret
ediniz. Muhabbetle Aşık Etme Yolu
Muhabbet
mevzusunda kuranı kerimdeki muhabbetten bahseden ayetlerden istifade
edilebilir. Şöyleki. Bu ayetler harflerinin adedi kadar yahut 100 er defa
okunmaya devam edilip dua edilerek hadimlerinden yardım istenir. hadimleri bu
sure-i şerife hakkı için bu tatlıyı yiyen kimsenin kalbine falancaya karşı
Allah’ın izni ile muhabbet ilga edin* Diye hadimlerinden yardım istenir.
Sevgili İçin Muhabbet Büyüsü YapmakEşini veya sevgilisini terk etmiş birinin itaatlı bir şekilde dönmesi için bu duayı yazıp yazdığını havaya asarsan,en kısa zamanda döner. Yazılacak olan dua budur:
Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü'minun,küllün
amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih,la nüferriku beyne ehadin
min rusülih,ve kalu semi'na ve ata'na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.La
yükellifullahü nefsenilla vüs'aha,leha ma kesebet ve aleyha,mektesebet,rabbena
latüahızna innesiyna ev ahta'na,rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü
alelleziyne min gablina,rabbena vela tühammilna,mala takatelena bih,va'fü
anna,vağfirlena,verhamna,ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn. bu dua 7
adet mum alınarak her bırının uzerine 41 defa okunarak yakılmaya başlanır zira
her gun bır edet yakılır sevdiği ona mutlaka ram olur.
Kim bu duayı 4444 defa okursa bütün sıkıntılarından kurtulur ve dertlerine deva hastalıklarına şifa borçlarına eda bulur ama ne bir eksik ne bir fazla tam 4444 defa okunması şart) Salavatı şerifeye başlamadan önce, tam bir iman ve ihlasla, 21 defa "Estağfirullah el azizıym ve etubü ileyh" diye istiğfar getirin ve ne için okunuyorsa kalben ona niyet ediniz. Mesela Borcumdan, fakirlikten, şu muradımı erdir gibi
Bismillahirrahmânirrahîm Allahumme salli salaten kamileten ve
sellim selamen tammen ala seyyidina muhammedinillezi tenhallü bihil ukadü ve
tenfericü bihil kürabü ve tukda bihil havaicü ve tünalü bihir regaibü ve husnül
hevatimi ve yüsteskal gamamü bi vechihil kerimi ve ala alihi ve sahbihi fi
külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lumin lek.
Bismillahirrahmânirrahîm Euzü bi kelimatillahit tammatilleti la yücavizühünne berrün ve la facirun min şerri ma zerae filardı ve min şerri ma yahrucü minha ve min şerri maya'rucü fis semai ve ma yenzilü minha ve min şerri külli tarikın illa tarikan yatruku bi hayrin ya rahman
Bismillahirrahmânirrahîm Allahümme rabbes semavatis seb'ı ve
rabbel arşil azıymi ikfini külle mühimmin min haysü şi'te min eyne şi'te
Herhangi bir kul bu duayı okursa Allah mutlaka onun üzüntüsü giderir (Ramuz el
Ehadisi)
GÜNAHLARI AFFETTİREN DUA
Sabah namazının peşinden yüz defa Sübhanellah, yüz defa La ilahe illellah, yüz defada Allahü Ekber diyen kimsenin günahları, denizlerin köpüğü kadar bile olsa mağrifet olunur. (Nesci) Bismillahirrahmânirrahîm Estağfirillahel azıymellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyüme ve eubü ileyh" diye kimsenin günahlarıda yine denizlerin köpüğü kadar bile olsa affolur (İbnüs Sünni)
Bismillahirrahmânirrahîm Ve in yekadülleziyne keferu le yüzlikuneke bi ebsarihim lemma semiuz zira ve yekulune innehü le mecnun Ve mahüve illa zikrun lil alemiyn.
Bismillahirrahmânirrahîm Allahümme faricel hemmi ve kaşifel ğammi
müciybe da'vetil muddarriyne rahmaned dünya vel ahırati ve rahıymehüma ente
terhamüni ferhamni bi rahmetin tuğniyni biha an rahmeti men sivake.
Bismillahirrahmânirrahîm Allahümme inni euzü bike minel hemmi vel
hazeni ve euzü bike minel aczi vel keseli ve euzü bike minel cübni vel buhli ve
euzü bike min ğalebetid deyni ve kahrir rical.
Bismillahirrahmânirrahîm Elif lam mim, Allahü la ilahe illa hüvel
hayyül kayum, nezzele aleykel kitabe bil hakkı musadikan lima beyne yediyhi ve
enzelet terate vel incile min kablü hüden lin nasi ve enzelel furkane
innellezine keferu bi ayatillahi lehüm azabün şedidün vallahü azizün züntikam
Uhruc minha mez'umen medruhan le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake
minhüm ecmeiyn.
Bismillahirrahmânirrahîm Ve kalel melikü'uni bihi estahlıshü li nefsi felemma kellemehü kale innekel yevme ledeyna mekiynün emiyn kalec'alni ala hazainil erdı inni hafiyzun alim ve kezalike mekkena li yusüfe fil erdi yetebevveü minha haysü yeşa nüsiybü bi rahmetina men neşaü ve la nüdiy'ü ecral muhsinin.
Bismillahirrahmanirrahıym* Fe iza azemte fe tevekkel alellah*
innellahe yühıbbül mütevekkilin* İn yensurkümüllahü fe la galibe leküm* ve
tevekkel alellah* ve kefa ibillahi vekila* Allahümme inneke veliyyü külli
mahlukin ve nevasıyhim bi yedike fa'tuf aleyye kulube ıbadike ve sehhırhüm kema
sehhartel bahra li müsa vel hadide li davude vel cinne ver riyha vet tayra vel
vahşe li süleymane vel berka li muhammedin sallelahü aleyhi ve selleme*
Allahümmakdı haceti ve enilni talebi ve bellığni emniyyeti ve emmin min şerri
halkıke ve kün li avnen aleyhim* Bi rahmetike ya erhamer rahımin.
Korku ve iç huzursuzluğundan kısa zamanda kurtulmak için,sabah ve akşamları bu duayı tam bir ihlas ile yedişer defa okumanız kafidir.
Bismillahirrahmânirrahîm Euzu bi kelimatillahit tammati min ğadabihi ve ıkabihi ve min şerri ıbadihi ve min hemezatiş şeyatıyni ve en yahdurun*
İnni rabbî latıyfün limâ yeşâü ayet-i kerimesi her gün (100) defa okunmaya devam ederse Allah'ın izni ile en kısa zamanda hapisten kurtulur.
İlm-i ledün veya ledünnî ilim, Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim, gayb ve mârifet ilmidir. Allah, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: "Orada, kendi indimizden bir rahmet (vahiy ve nübüvvet veya uzun ömür) verdiğimiz ve ona ledünnî ilmi öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızır'ı) buldular." (Kehf sûresi: 65)
Hem Sa'lebî'nin hem de İmâm-ı Rabbânî'nin ifâde ettikleri gibi, Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allah'ın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bilirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünnî ilim verilmişti. Muhammed Pârisâ; "İlm-i ledünnî verilmesinde Hızır aleyhisselâmın rûhâniyeti vâsıta olmaktadır." buyurmuştur.
Senâullah-ı Dehlevî bu ilim hakkında şöyle demektedir:
"Ledünnî ilim, çalışmak ve gayretle ele geçmez. İhsân edilen kimselere
mahsûstur. Umûma şâmil değildir. Peygamberlere verilen ilimler ve vahyedilen
şeyler ise, umûma şâmildir ve herkesi ilgilendirir. Yâni peygamberler, bunları,
gönderildikleri kavimlere tebliğ etmekle, bildirmekle vazîfelidirler. Bu
bakımdan peygamberlerin ilmi, ledünnî ilminden üstündür."
Seyyid Abdülhakîm Arvasi ise, şunları ifâde etmektedir: "Emîr
Sultan hazretleri, ledünnî ilme sâhipti. Bu ilim yetmiş iki derecedir. İlk
derecesinde olan, bir ağaca bakınca yapraklarının sayısını, bir denize bakmakla
damlalarının adedini, bir çöle bakınca kumlarının sayısını bilir." Kıyamet
yaklaştıkça, insanlar dinden uzaklaşmaya başlamaktadır. Eskiden kerameti
görülen evliya çoktu. Fakat dinden uzaklaştıkça evliya azaldı, kerametler
görülmez oldu. Ledün ilmi unutuldu. Sapıklar çoğaldı, keramet inkâr edilmeye
başlandı. Kerametin hak olduğuna Kur’an-ı kerimden örnekler:
1- Hz. Süleyman, “Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir?”
dedi. Cinlerden bir ifrit: “Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna
gücüm yeter” dedi. İlmi ledün [ilmi batın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya
ise, “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi ve bir anda getirdi.
(Neml 38-40) [Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle
yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]
2- Hz. Meryem peygamber değildi. Kocasız çocuk doğurdu. Hz. Meryem
mabette yaşar, yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu. Kur’an-ı
kerimde, (Hurma dalını kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün.) buyuruldu.
(Meryem 24) Hz. Zekeriya, Hz. Meryem’in yanında taze meyve ve yiyecekleri
görünce hayret ederdi. İşte âyet-i kerime meali: (Rabbi Meryem’e hüsnü kabul
gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya, onun yanına, mâbede
her girişinde orada bir rızık görür, “Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?”
der; o da: Bunlar, Allah tarafından” diye cevap verirdi.) [Ali imran 37]
3- Eshâb-ı Kehf’in kerameti de meşhurdur. Eshab-ı kehf, yiyip
içmeden, bir zarara uğramadan 309 yıl uykuda kaldıktan sonra uyanmışlardır.
Kur’an-ı kerimde, (İşte bu, Allahın kudretini gösteren delillerden biridir.
Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın.) buyuruluyor. (Kehf 17, 18)
4- Hz. Musa’nın yanındaki gencin çantasındaki balık canlanıp suya
gitmiştir: (Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balık şaşılacak
şekilde denize gitmişti.) [Kehf 61- 63]
5- Kehf suresinin 63. âyetinden itibaren Hz. Musa ile ledün
ilmi’ne sahip bir zatın kıssası anlatılır. Özetle şöyledir: (İkisi, [Hz. Musa
ile bir genç] kendisine ilim verdiğimiz birini buldular. Musa ona, “Sana
öğretileni [ledün ilmini] bana da öğretir misin?” dedi. O zat da: “Sen benim
yaptıklarıma dayanamazsın” dedi. Sonra o zat, bindikleri gemiyi deldi. Hz.
Musa, “Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin” dedi. Daha sonra, bir erkek
çocuğunu öldürdü. Hz. Musa, “Masumu öldürdün, pek kötü bir şey yaptın” dedi.)
Günahsız çocuğu öldürmek elbette çok büyük günahtır. Ama bunu yapan zat,
kerametle biliyordu ki o çocuk, büyüyünce zâlim biri olacaktı. Onun yerine iyi
bir çocuk verilmesi de istenmişti. Hz. Musa’ya “Ben sana, yaptığım işlere
dayanamazsın demedim mi?” dedi. Demek ki o zat, Hz. Musa’nın dayanamayacağını
da kerametle biliyordu. Hz. Musa’nın arkadaşı duvarları [kerametle]
doğrultuverdi. O zat, Hz. Musa’ya bu işlerin hikmetini açıkladı. (Kehf 63-81)
[Hz. Musa’nın arkadaşının [Hızır’ın] sahip olduğu ilme ilmi ledün deniyor. Bu
ilmi ancak tasavvuf sahibi, keramet ehli evliya bilir, mezhepsizler bilmez.]
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İlmi ledün, sırrı ilahidir. Allah, onu
salihlerden dilediğinin kalbine koyar.) [Deylemî]
Türkçe'de kat, huzur, nezd sözcükleriyle karşılamaya çalıştığımız,
bir mânâda "ınde" lafzının da müteradifi sayılan "ledün"
kelimesi, "ilm-i ledün" şeklinde izafetle kullanılınca; gayb ilmi,
esrar ilmi, Allah tarafından insanın gönlüne atılan ilâhî bilgi ve içe doğan
hakikatlar mânâsına gelir. Başta, umum Enbiyâ ve Mürselîn olmak üzere, bütün
evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrebînin - bir başka zaman teker teker bu
kelimelerin ne mânâya geldiklerini ifade etmeye çalışacağız - ilimleri, Cenab-ı
Hak tarafından vahiy ve ilham ünvanıyla gönüllere ilkâ edilmiş bilgi ve marifet
olması itibarıyla, hemen hepsi de bir çeşit ilm-i ledün sayılır. Hususiyle de,
"ekrabu'l-mukarrebîn" olan İlm-i Ledün Sultanı'nın hem gayb-ı mutlak
hem de gayb-ı mukayyetle alâkalı her türlü bilgi ve marifeti - bununla, gayb
ilmi, esrar ilmi ve vicdan kültürünü kastediyoruz - ilm-i ledün nev'indendir ve
O Ferîd-i Kevn ü Zaman, Süleyman Çelebi'nin:
Bu gelen İlm-i Ledün Sultanı'dır,
Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır.
mısralarıyla seslendirdiği gibi, bu gizli ilmin tam bir hazinedârı
ve bu hususî irfan havzının da bir marifet kahramanıdır. Ne var ki, böyle özel
bir mazhariyet, bütün evliyâ ve enbiyâ, bütün asfiyâ ve mürselîn için her zaman
söz konusu olmayabilir. Zira, ilm-i ledün, ilâhî feyz yoluyla, hususî bir kısım
kimselerin kalbine atılan özel bir bilgi ve marifettir..ve böyleleriyle aynı
ufku paylaşmayanların ondan anlamaları da mümkün değildir.İlm-i ledün, her zaman zahirî şer'e muvafık olmayabilir. Bu gibi durumlarda meşhûdâtlarını "usûlü'd-dîn" prensipleriyle tashihe tabi tutmayanlar, bazen yanılabilecekleri gibi, kendilerine tâbi olanları da yanıltabilirler. Keşf ve ilhamlarını muhkemâta göre tesbit edenler ise her zaman, berzahî ufuklarıyla mülk ve melekûtu birden görür.. dünya ve ukbâyı bir vahidin iki yüzü gibi müşahede eder.. ve tilmizlerine gayb u şehadet âleminin vâridâtından ne kevserler ne kevserler sunarlar.!
Kur'an-ı Kerim, Kehf Sûresi'nde bu mazhariyeti hâiz, Allah'ın has
bir kulundan bahsederken - Sünnet-i Sahiha bunun Hızır olduğunu söyler -
"Orada bizim seçkin kullarımızdan, has bir abdimizi buldular ki, Biz onu
nezdimizden hususî bir merhametle şereflendirerek kendisine (ilâhî esrar) ilmi
öğretmiştik." (Kehf/18:65) şeklinde bir açıklamada bulunur. Tasavvuf
erbabına göre işte bu ilim, ilm-i ledündür.. ve Hazreti Musa gibi
"ülü'l-azm" enbiyâdan birisi, temelde, ilâhî bilgilerde tam metbû
olmasına rağmen, münhasıran ilm-i ledün çerçevesinin belli bir motifinde
Hazreti Hızır'a tâbi olarak o ilmin ihata alanını görmeye çalışmıştır. Sahîh-i
Buhari'de bu farkı ortaya koyan şöyle bir rivayet vardır: Hızır, Hazreti
Musa'ya "Yâ Musa, ben, Allah'ın bana öğrettiği öyle hususî bir ilme
mazharım ki, sen onu bilemezsin; sen de öyle bir ilimle serfirazsın ki, ben de
onu bilemem" der.
Evet, ilm-i ledün, umuma ait bir ilim olmaktan daha çok, hususî
bazı kimselere Cenabı Hak'kın özel bir ihsanıdır ve onların dışındakiler her ne
kadar değişik konularda daha fazla malûmat sahibi olsalar da, bu mevzuda ilm-i
ledün erbabının gerisinde sayılırlar. Zira bu ilim - liyâkat, istidat, Allah'a
yakınlık.. gibi hususların şart-ı adî planında vesilelikleri mahfuz - tamamen
Allah'ın bir atâ tecellisidir ve kat'iyen kesbî de değildir. Bu itibarla da
onun, ne okumayla, ne araştırmayla ne de daha değişik yollarla elde edilmesi
söz konusudur. Evet o, Bu tamamen Allah'ın dilediğine tahsis buyuracağı bir
lütuftur ve Allah, en büyük lütf ve ihsan sahibidir." (Cuma/62:4)
fehvasınca hususî bir tecellinin unvanıdır.
Ne var ki, böyle bir irfan, insanlar nazarında, ne kadar cazip,
parlak, büyüleyici ve ilâhî esrara açık olsa da, yine de enbiyâ-i izâmın mazhar
bulundukları ilimler ondan kat kat yüksektir, objektiftir, herkese açıktır ve
insanların dünyevî-uhrevî saadetlerinin de teminatıdır. Bu iki ilim arasındaki
farklılığı şu şekilde vaz' etmek de mümkündür:
Hazret-i Musa'nın ilmi, insanların dünyevî hayatlarını tanzim ve
uhrevî saadetlerini temine matuf bir "ilm-i şeriat", Hızır'ın ilmi,
gayb ve esrarla alâkalı ledünnî bir mevhibe; Hazreti Musa'nın ilmi, insanlar
arasında nizam ve asayişi teminle alâkalı ahkâm ve kazaya müteallik, Hızır'ın
malûmatı ise sadece melekût eksenli bir kısım vâridattan ibarettir ki, buna
"ilm-i ledünn-ü sırf" dendiği gibi "ilm-i hakikat" , "ilm-i
bâtın" da denegelmiştir.. ve bu ilim, aynı zamanda ilâhî esrarın da en
önemli kaynağıdır. Bir zat, bu mülâhazayı ifade sadedinde şöyle der:
Bakma ey hâce ilm-i kîl ü kâle,
Esrar-ı Hak'kı ilm-i ledünde ara..!
Bu itibarla da, ilm-i ledünle cehd ve gayret arasında bazı münasebetler
söz konusu olsa da, temelde onun, talim ve taallümle doğrudan bir alâkasının
olmadığı açıktır. Zira bu ilim, Cenab-ı Hak tarafından mahz-ı mevhibe olarak,
bazı temiz gönüllerde bir kuvve-i kudsiye şeklinde tecelli etmektedir ve aynı
zamanda bu tecelli, terakki sistemi içinde değil de tedellî çerçevesinde vukû
bulmaktadır: Evet bu ilim, eserden eser sahibine, vücuttan vicdana akseden bir
marifettir.. ve her şekliyle de keşf ve ilham kaynaklıdır. Ne var ki, böyle bir
ilham bazen, farklı derecelerde tecelli ettiği gibi, seyr-i rûhânîsini Hazreti
Rûh-u Seyyidi'l-Enam'ın vesayetinde sürdürmeyenler için, bir kısım şeytanî
vesvese ve nefsanî hevâcisle iltibası da söz konusudur.
İlham, ilm-i ledünnün en önemli kaynağıdır ve hususî mânâsıyla olmasa da, ilm-i ilâhînin tecellileriyle alâkalı en geniş bir alanı işgal eder. İlham, insanın ihtiyarı dışında, onun gönlüne bir mevhibe olarak tecelli edince ona "hâtır" denir. Ancak, bazen böyle bir hâtır veya ihtara, Hak'tan geldiği kendi karîneleriyle kat'î değilse, şeytanın belli şeyler bulaştırması da söz konusu olabilir. Kendi karineleriyle Hak'tan geldiği muhakkak olan bir ilhama rahatlıkla ilm-i ledün diyebiliriz. Böyle bir esintinin Hazreti "İlim"den geldiğinin en önemli emaresi, bu türlü vâridâtın Kitap ve Sünnet'e muvafakatıdır. Bu iki asılla test edilip de doğru çıkmayan hâtır veya sûfîlerin sıkça kullandıkları bir kelimeyle ifade edecek olursak, havâtırın, nefsin hevâcisinden ve şeytanın vesveselerinden olması ihtimalden uzak değildir. İşte, böyle bir ihtimalin bahis mevzu olmadığı bir hâtırın Hazret-i İlim'in tecellilerinden bir feyiz olduğunda şüphe yoktur.
Aksine, şeytanî vesveselerin bulaşmış olması muhtemel bulunan
havâtır, şeytanî; içinde nefsin hazlarının duyulup hissedileni de
"heces" veya hevâcis-i nefsanîdir ki, böyle bir aldatılma alanına
itilen sâlik, hemen Cenabı Hak'ka teveccüh edip, durumunu, şeriatın muhkemâtına
göre yeniden ince bir ayara tabi tutması gerekir.
Sûfiye, Hak tarafından gelip kalbde yankılanan hitaba
"hâtır-ı Hak", melekten geldiği bilinene "hâtır-ı melek",
nefis ve şeytan tarafından esip rûhu saran manevî şerarelere de
"hevâcis" veya "şeytanî vesveseler" diyegelmişlerdir ki,
bunların arasını tefrik edebilme biraz da "usûlü'd-din" ve "Sünnet-i
Seniye" mizanlarını bilmeye vabestedir. Zira, bu türlü havâtırın bazıları
şer'î prensiplerle test edilerek anlaşılsa da, bazıları, zahiren dinin temel
kaidelerine muhalif olmamakla beraber, çok sinsi bir kısım şeytanî gaye, emel
ve maksatlara bağlı cereyan edebilir ki, onu da bu işin erbabından başkasının
ayırt edebilmesi oldukça zordur.
Resulullah sellallahu aleyhi ve sellem'den iki çeşit ilim aldım,
bunlardan biri size anlattığım ilimlerdir, ikincisini ise söylersem boğazımı
keserler, ikinci ilim esrar ilmidir. Herkes bunu anlayamadığı gibi Allahu Taalâ
da onu herkese vermez." insan aklının son idrak hududunda olan İlmi
ilâhiyenin sır perdesi ilmi ledün Ebu Hüreyre
Kur'anı Kerim'de kullara birçok ayetlerle bilgiler, Hak'ka
yanaşmak usulleri bildirilmiştir. Bir de Kur'anı Kerimde bildirilmeyen birçok
hudutsuz ayetlerde sünnetullah İle kâinatda cari her türlü hadisatın aslı
gizlidir. Onun için (ALLEMEL
İNSANE MALEM YALEM) ayeti ile bilmediğini insana öğretir. Kim? Allah'ın kâinatda
cari Kur'anda bildirilmeyen ayet ve burhanları... Resulü Ekrem efendimiz
beşikten mezara kadar ilim peşinde koşunuz. Çin'de bile olsa arayınız, kâfirde
bile olsa istifade ediniz buyurmuştur. Kâinatın yaratılışım dünyayı gezerek,
evreni tetkik ederek bulabilirsiniz ayetleri vardır. Kur'anı Kerim'in bazı
sûrelerinin başında HURUFU MUKATTAA kırpılmış ayetler manasına gelen, bunlar
birçok ledünni, kâinatda cari bilinmeyen ayetlerin anahtarı mesabesindedir.
Nitekim geçenlerde kaptan Kusto'mın Septe boğazındaki Akdeniz suyu ile Atlas
Okyanusunun suyunun karışmaması ve balıkların bir taraftan öte tarafa
geçmemesi, tuz kesafetinin ayn olduğu halde fizik ve kimyada bulunan kesiften
hafife doğru olan ozmoz hadisesinin olmaması meselesi Rahman süresindeki ayetle ortaya çıkmıştır.
Bunun niçin böyle oluşundaki sır ledünnidir. O sırrı herkes
bilemez tahammül de edemez. Ayet: iki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar.
Birbirine karışmaya engel bir perde var.
CİFR HESABI
Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced* hesabına yakın bir ilmin adıdır. Kelime olarak; sütten kesilmiş oğlak veya kuzu derisi anlamında olan "çefr"den gelmektedir.
Şiîler arasında çıkmış, daha sonra bu kültürün etkisiyle tasavvufa yakın veya mutasavvıf bazı Sünnî âlimlerin de itibar ettiği bir hesap olmuştur. Şiîler, Kur'an'ın batınına dair Hz. Ali' nin bir tefsirinin bulunduğunu, bu tefsirin gizli ilimler ihtiva ettiğini ve içinde Ehl-i Beyt'ten olanlar için, kıyamete kadar gelecekte vukû bulacak dinî ve siyasî bütün olayların yazılı olduğuna inanırlar. Bazıları ise; Hz. Ali' nin değil de, Ca'fer es-Sadık'ın böyle bir kitabının bulunduğunu söylerler. Kitap, sütten kesilmiş oğlak ya da kuzu derisine yazılı olduğu için ona "cefr" denilmiştir. İbn Haldun, bu kitapla ilgili rivayetlerin asılsız olduğunu söyler (İbn Hâldun, Mukaddime, Beyrut (t.y) 334). Gerçekten, bu ilmin İslâm'da aslı yoktur. İmâmiyye, Ehl-i Beyt'in kazanılmış ilimler yanında Hz. Peygamber'den intikal eden Allah vergisi ilimlere de vakıf olduğuna "Peygamber (s.a.s.)'ın bu ilmi Ali'ye verdiğine; Ali'den de Hz. Hüseyin'e, ondan, oğlu Ali Zeynelâbidîn'e ondan Muhammed Bâkır'a, ondan da Ca'fer-i Sadık'a geçtiğine inanır. Bu ilme cifr ilmi diyorlar. Ca'fer-i Sadık'ın, cifri; "o, deriden bir kaptır; onda peygamberlerin ve İsrâiloğulları bilginlerinin bilgisi vardır" şeklinde tarif ettiği söylenir" (Süleyman Ateş, İşarî Tefsir Okulu, Ankara 1974, 47).
Zamanla bu kitapta ayrı ayrı harfler rumuz gibi kullanılarak, bunlardan ahkâm çıkarma itikadı doğdu ve bu sûretle "İlmu'l-cefr" tabiri "İlmu'l-Hurûf" manasına kullanılır oldu. Dolayısıyla cifr, sadece istikbale ait bir keşif iken, sonraları harflerin rumuz ve sayılarına dayanarak geleceğe dair hüküm çıkarmak demek olan. Hurufiliğe dönüşmüştür. Bu da harflere sayısal değerler atfetmek suretiyle istikbalden haber vermek usûlüdür. Ebced hesabı* diye isimlendirilen bu ilme göre "ebced, hevvez, huttî, kelemen.." kelimelerinde ilk harfin değeri bir, ikinci harfin değeri iki... şeklinde onuncuya kadar harflerin değeri birer birer artırılır. Onuncu harften itibaren sırasıyla harfler onar onar arttırılır. Yüz değerini taşıyan harften itibaren de her harfin değeri yüzer yüzer artırılır. Böylece son harf bin değerindedir. Cifre ve gaybı bilmeye dair sahih bir dayanak yoktur.
Eğer buna dair ilmî bir dayanak olsaydı elbette gelişir ve herkes bunu öğrenirdi. Allah hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere ahiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir.
Araştırmacı ve titiz âlimler "Cümmel esâbı" diye de isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el-Askalânî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söyler. İbn Abbâs'ın da, bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir.
Hüddam,
cinlerin şeytanın ilmiyle insanların üzerine saldırtılmasıdır. Nasıl insanların
dalâlette olanları ve hidayette olanları varsa; gayb âleminde yaşayan cinlerin
de dalâlette olanları ve hidayette olanları vardır. Hidayette olan cinlerin de
başlarının üzerinde o devrin imamının ruhu var. Devrin imamları her devirde bir
kişidir. İmam-ı Safi Hazretleri, İmam-ı Rabbanî, Hazreti Mevlâna Celâlettinî
Rûmî, Hazreti Yunus Emre gibi velîler dün vardı, bugün de var. Hangi cin
murşidine tâbî olursa, devrin imamının ruhu onun başının üzerine gelir ve onu
muhafaza altına alınır. Ama öyle cinler vardır ki; şeytana tâbî oluyorlar.
İblis cin taifesindendir. Ve cinleri kendi emrine alarak, böyle kullanılıyor.
İnsanlarda
ruh vardır ama cinlerde yoktur. Onlar bir fizik beden bir de nefsle
yaratılmışlardır.
15/HİCR-26:
Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). Andolsun
ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş
ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
55/RAHMAN-14:
Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri). İnsanı, ateşte pişmiş gibi
kuru bir çamurdan yarattı.
55/RAHMAN-15:
Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin). Cann'ı (cinni) da 'yalın, dumansız
bir ateşten' yarattı.
Hüddam
yapan cinci hocalar, cinleri emirlerine alarak insanlara saldırtıyorlar ve
onlara zarar veriyorlar. Televizyonda verilen bir haberi hatırlayalım: Bir evde
eşyalar havada uçuşuyor ve aynı eşyalar durduk yerde yanmaya başlıyordu. Işte
bu olayda cinler devredeydi. Cinler yanarak ölürler. Bu yüzden cinci hocalar
cinleri yakmakla tehtit ederler. « Eğer dediğimi yapmazsan seni
yakarım."diye. Zavallı cinler de ona, yani bir insan şeytan olan cinci hocaya
itaat ederler.
Sevgili
ziyaretçiler! Televizyonda; bir çocuğun başka bir dili konuşmaya başlaması,
kişilerin geçmişte başka bir kişilik olarak yaşadığı ve geçmişteki yaşamlarına
ilişkin anlattıklarının doğru olduğu gibi haberleri izler dururuz. İnsanların
çoğunun anlayamadığı bu durum da bir cin olayından başka bir şey değildir.
Cinler, insanlara göre çok daha uzun ömür yaşarlar. Peygamber Efendimiz(S.A.V.)
zamanından bugüne yaşayan cinlerin olduğu bilinmektedir.
Musa(A.S.) da Allah'ın emriyle cinleri sadece hizmet amacıyla kullanmıştır. İnsan bedenine giren suflî cinler, onları tesirleri altına alarak o kişiye hükmederler. O kişinin bedenini kullanarak, ona geçmişte başka bir bedende yaşadığını söyletirler. İnsanlar da bu durumu bir türlü anlayamazlar. Televizyon programlarında sabahlara kadar tartışır dururlar. Onlara göre reenkarnasyon, yani yeniden bedenlenme olarak ifade edilen bu durum, suflî bir cinin, bir kişinin vücuduna girerek, ona hükmetmesi halinden başka bir şey değildir. Bir çok ünlü sanatçının dahi bu konulara alet olduklarını üzüntü ile gördük. Hatta bazı sanatçılar trans halinde iken çok ızdırap çektiler. Ayrıca bu rahatsızlıkları uyanınca da devam etti.
İblis bu
insanlara hep huzursuzluk verir. Asla mutluluk vermez. Ne hazindir ki bu nedenle
reankarnasyona inananlar da var!
"Ebced"
kelimesi, Arap alfabesindeki harflerin kolay ezberlenebilmesi için, harflerin
birleştirilmesiyle meydana gelen 8 anlamsız kelimenin ilkidir. Ebced, ilk
kelimenin adı olduğu gibi, aynı zamanda diğer kelimelerin tümünün de adıdır.
Yani ebced, eski alfabeye verilen addır. "Abcad, ebicad, ebiced ve
abucad" da denmesine rağmen tutunmuş şekli ebcedir. 8 anlamsız kelime
soldan sağa doğru şöyle sıralanır: Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Sa'fas,
Karaşet, Sehaz ve Zazağ. Son kelime "Zazığlen" veya
"Zazağlen" şeklinde de okunmuştur. Ebcedin menşei hakkında çok şeyler
söylenmiştir. Bunların pek çoğu rivayetlerden oluşmaktadır. Alfabeyi oluşturan
8 kelimenin ilk 6'sının Medyen ülkesinin krallarının adları olduğu; 6 şeytanın
adı olduğu; haftanın günlerinin her birinin adı olduğu; ilâhî isimlerin baş
harfleri olduğu; Hz. Adem 'in cennetten kovuluşunun evreleri olduğu; İlâhî
emirleri ve yasakları verdiği; Pers hükümdarı Sâbûr'un çocuklarının adları
olduğu vs. gibi birbirinden farklı rivayet ve yorumlara konuyla ilgili
kaynaklarda sıkça rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra ebcedi dinî motiflerle
açıklayan kaynaklar da vardır.
Ebcedin en büyük özelliği "Ebced hesabı" adı verilen bir işlemde kullanılmasıdır. Buna göre, ebced ifadesindeki her harfin bir sayı değeri vardır ve bu değerlerden istifadeyle bir çok konuda pek çok işlemler yapılmıştır. İşte bunların her birine bu hesabın adı verilir. Ebced alfabe düzeninin harfleri 1'den 9'a, 10'dan 90'a, 100'den 1000'e doğru numaralandırılır.
Ayrıca bu alfabede gözükmeyen "pe" harfi "be " gibi, "çe" harfi de "cim" gibi kabul edilerek onların sayı değerlerini alır.Eskilerin "hisâb el-cümel" dedikleri, ebced hesabının 4 çeşidi vardır: "Büyük", "en büyük", "küçük" ve "en küçük" ebced hesabı. Yukarıdaki tablo, eskiden büyük ebced (cümel-i kebîr) olarak ele alınmış, ama bugün küçük ebced (cümelsağir) olarak değerlendirilmektedir.Kullanıldığı Yerler Ebced alfabe düzeninde her bir harfin bir rakama tekâbül etmesi keyfiyeti, Türk-İslâm kültüründe, hemen hemen her sahaya yayılan bir kullanımı ortaya koymuştur. Rakamla ifâde edilecek şeyler yazıyla, yazıyla ifâde edilecek şeyler de rakamla sembolize edilir olmuştur. Kullanıldığı yerler kısaca şöyle sıralanabilir:
Günlük ihtiyaçlarda :
Özel notlar ve ticarî ilişkilerde kullanılmıştır. Meselâ: 100 akçe alacağı olan birisi alacaklı olduğu kişiye bir kağıt üzerinde bir kaf harfi yazıp gönderince hem alacağını istemiş, hem de konuyu aracıdan saklamış oluyordu.
İsim sembolü olarak :
İki veya daha fazla kelimenin sayı değerlerinin aynı olmasından istifadeyle birini söylemekle diğeri kastedilmiş kabul edilerek halk arasında kullanıla gelmiştir. Meselâ: "Muhammed" kelimesi 92'dir. "Aman' kelimesi de 92'dir. "Mevlevî" kelimesi de 92' ettiğinden bu kavramlar arasında bir alaka kurulmuştur.
En meşhurlarından biri şudur :
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsavidir Anınçin aşıkın zikri amandır ya Resulullah .Keza bu konuda ilim = amel = say kelimelerinin sayı değeri 140'dır. Hem sayı değeri itibariyle hem de anlamca aralarında bir irtibat vardır. Hilâl, lâle ve Allah lafzı da sayı değeri bakımından 66 etmektedir. Bu husustan dolayı kültürümüzde hilâl ve lâleye daha özel bir yer verilmiştir.
Çocuğa isim verilirken :
Doğum tarihinin bir kelime veya bir, iki isimle belirlenmesidir. Hangi isimler çocuğun doğduğu seneyi ebced hesabıyla verirse, o isimlerden biri çocuğa verilmiştir. Meselâ: H. 1311'de doğan çocuğa "Mahmud Bahtiyar", "Süleyman Hurşid", "Yusuf Mazhari', "Ömer Rıza" ve "Recep Servet" gibi isimlerden biri verilebilir. Çünkü bunların her biri 1311 etmektedir.
Kitap ve Makalelerde :
Eskiden kitapların önsöz, giriş, takdim sayfaları ile numara almayan sayfalar hep ebced alfabesine göre numaralandırılmıştır. Kitapların ay ve sene kayıtları, yazı bölümleri ve madde başlıkları hep ebced düzenine göre tanzim edilmiştir.
Resmi devlet kayıtlarında :
Devlet arşivlerinde yer alan birçok resmî belgeler, tutanaklar, fezleke ve mazbatalar, tarihler başta olmak üzere vak'anüvis kayıtları, vakıf kayıtları ile sayım ve envanter hesapları hep bu hesaba göre tanzim edilmiştir.
İlimlerde :
Fizik, matematik, geometri ve astronomide sıkça kullanılmıştır. "Sa'fas" kelimesinin harfleri kullanılmıştır. Astronomide büyük rakamlar "ğayn" harfinin birkaç tekrarı ile de sağlanabilmiştir. Ebced hesabı, musikide de kullanılmıştır. Buna göre sesler ve perdeleri ebced alfabe düzeninden istifade edilerek oluşturulan bir "ebced notası" ile belirlenmiştir. Bu hesabın en çok kullanıldığı yerlerden biri hiç şüphesiz mimarlık tır. Özellikle Mimar Sinan, eserlerinde, boyutların modüler düzeninde çok sık kullanılmıştır. Temeli İslâmi kavramlardan oluşan bu hususa birkaç misal verelim: Süleymaniyede zeminden kubbe üzengi seviyesi 45, kubbe alemi 66 arşın yüksekliktedir. Ebced'e göre "Âdem' 45, "Allah" lafzı da 66 etmektedir. Yine Selimiye'de de kubbeyi taşıyan 8 ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi buradan itibaren 66 arşındır. Süleymaniye ve Selimiye'nin görünen silüetleri 92 arşındır ki, bu da "Muhammed" kelimesinin karşılığıdır.
Cifr ve Vefk ilimlerinde :
Ebced hesabı ayrıca cifr, vefk gibi ilimlerde, astrolojide, define aramada da kullanılmıştır.
Tasavvuf ve Din ilimlerinde :
Ebced hesabının tasavvuf ve din ilimlerinde kullanıldığına şahit olmaktayız. Özellikle "Kelime-i Tevhid" veya "Esmâ-i Hüsn"a"dan bir ismin kaç aded zikr edileceği ebced tablosuna göre tayin edilir. Kur'an tefsirlerinde ve hatta Kadir gecesinin tayininde de ebcedin kullanıldığını bilmekteyiz.
Tarih düşürmede :
Ebced hesabının en fazla en fazla kullanıldığı yer hiç şüphesiz tarih düşürmedir. Bunun için o olayın tarihini verecek ustalıklı bir kelime veya mısra söylenir ki, hesaplandığında o olayın tarihi ortaya çıkar. İşte "tarih düşürme sanatı" adı verilen bu sanat divan edebiyatı boyunca kullanılmış ve bütün kültür varlıklarımızın kitabelerinde yer almıştır.
Eski ve gelecek olayların tarihlerini bulmada :
Özellikle Kuran-ı Kerim ve hadislerden yapılan çalışmalarla geçmiş ve gelecek olaylara ait tahminler yapılmıştır. İstanbulun Fethinin "beldetun tayyibetun..." cümlesinden çıkartılması gibi. Bediüzzaman said-i Nursi'nin Sikke-i Tasdik-i Ğaybi adlı eserinde bununla ilgili çok sayıda örnek bulunmaktadır.
Ebcedin en büyük özelliği "Ebced hesabı" adı verilen bir işlemde kullanılmasıdır. Buna göre, ebced ifadesindeki her harfin bir sayı değeri vardır ve bu değerlerden istifadeyle bir çok konuda pek çok işlemler yapılmıştır. İşte bunların her birine bu hesabın adı verilir. Ebced alfabe düzeninin harfleri 1'den 9'a, 10'dan 90'a, 100'den 1000'e doğru numaralandırılır.
Ayrıca bu alfabede gözükmeyen "pe" harfi "be " gibi, "çe" harfi de "cim" gibi kabul edilerek onların sayı değerlerini alır.Eskilerin "hisâb el-cümel" dedikleri, ebced hesabının 4 çeşidi vardır: "Büyük", "en büyük", "küçük" ve "en küçük" ebced hesabı. Yukarıdaki tablo, eskiden büyük ebced (cümel-i kebîr) olarak ele alınmış, ama bugün küçük ebced (cümelsağir) olarak değerlendirilmektedir.Kullanıldığı Yerler Ebced alfabe düzeninde her bir harfin bir rakama tekâbül etmesi keyfiyeti, Türk-İslâm kültüründe, hemen hemen her sahaya yayılan bir kullanımı ortaya koymuştur. Rakamla ifâde edilecek şeyler yazıyla, yazıyla ifâde edilecek şeyler de rakamla sembolize edilir olmuştur. Kullanıldığı yerler kısaca şöyle sıralanabilir:
Günlük ihtiyaçlarda :
Özel notlar ve ticarî ilişkilerde kullanılmıştır. Meselâ: 100 akçe alacağı olan birisi alacaklı olduğu kişiye bir kağıt üzerinde bir kaf harfi yazıp gönderince hem alacağını istemiş, hem de konuyu aracıdan saklamış oluyordu.
İsim sembolü olarak :
İki veya daha fazla kelimenin sayı değerlerinin aynı olmasından istifadeyle birini söylemekle diğeri kastedilmiş kabul edilerek halk arasında kullanıla gelmiştir. Meselâ: "Muhammed" kelimesi 92'dir. "Aman' kelimesi de 92'dir. "Mevlevî" kelimesi de 92' ettiğinden bu kavramlar arasında bir alaka kurulmuştur.
En meşhurlarından biri şudur :
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsavidir Anınçin aşıkın zikri amandır ya Resulullah .Keza bu konuda ilim = amel = say kelimelerinin sayı değeri 140'dır. Hem sayı değeri itibariyle hem de anlamca aralarında bir irtibat vardır. Hilâl, lâle ve Allah lafzı da sayı değeri bakımından 66 etmektedir. Bu husustan dolayı kültürümüzde hilâl ve lâleye daha özel bir yer verilmiştir.
Çocuğa isim verilirken :
Doğum tarihinin bir kelime veya bir, iki isimle belirlenmesidir. Hangi isimler çocuğun doğduğu seneyi ebced hesabıyla verirse, o isimlerden biri çocuğa verilmiştir. Meselâ: H. 1311'de doğan çocuğa "Mahmud Bahtiyar", "Süleyman Hurşid", "Yusuf Mazhari', "Ömer Rıza" ve "Recep Servet" gibi isimlerden biri verilebilir. Çünkü bunların her biri 1311 etmektedir.
Kitap ve Makalelerde :
Eskiden kitapların önsöz, giriş, takdim sayfaları ile numara almayan sayfalar hep ebced alfabesine göre numaralandırılmıştır. Kitapların ay ve sene kayıtları, yazı bölümleri ve madde başlıkları hep ebced düzenine göre tanzim edilmiştir.
Resmi devlet kayıtlarında :
Devlet arşivlerinde yer alan birçok resmî belgeler, tutanaklar, fezleke ve mazbatalar, tarihler başta olmak üzere vak'anüvis kayıtları, vakıf kayıtları ile sayım ve envanter hesapları hep bu hesaba göre tanzim edilmiştir.
İlimlerde :
Fizik, matematik, geometri ve astronomide sıkça kullanılmıştır. "Sa'fas" kelimesinin harfleri kullanılmıştır. Astronomide büyük rakamlar "ğayn" harfinin birkaç tekrarı ile de sağlanabilmiştir. Ebced hesabı, musikide de kullanılmıştır. Buna göre sesler ve perdeleri ebced alfabe düzeninden istifade edilerek oluşturulan bir "ebced notası" ile belirlenmiştir. Bu hesabın en çok kullanıldığı yerlerden biri hiç şüphesiz mimarlık tır. Özellikle Mimar Sinan, eserlerinde, boyutların modüler düzeninde çok sık kullanılmıştır. Temeli İslâmi kavramlardan oluşan bu hususa birkaç misal verelim: Süleymaniyede zeminden kubbe üzengi seviyesi 45, kubbe alemi 66 arşın yüksekliktedir. Ebced'e göre "Âdem' 45, "Allah" lafzı da 66 etmektedir. Yine Selimiye'de de kubbeyi taşıyan 8 ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi buradan itibaren 66 arşındır. Süleymaniye ve Selimiye'nin görünen silüetleri 92 arşındır ki, bu da "Muhammed" kelimesinin karşılığıdır.
Cifr ve Vefk ilimlerinde :
Ebced hesabı ayrıca cifr, vefk gibi ilimlerde, astrolojide, define aramada da kullanılmıştır.
Tasavvuf ve Din ilimlerinde :
Ebced hesabının tasavvuf ve din ilimlerinde kullanıldığına şahit olmaktayız. Özellikle "Kelime-i Tevhid" veya "Esmâ-i Hüsn"a"dan bir ismin kaç aded zikr edileceği ebced tablosuna göre tayin edilir. Kur'an tefsirlerinde ve hatta Kadir gecesinin tayininde de ebcedin kullanıldığını bilmekteyiz.
Tarih düşürmede :
Ebced hesabının en fazla en fazla kullanıldığı yer hiç şüphesiz tarih düşürmedir. Bunun için o olayın tarihini verecek ustalıklı bir kelime veya mısra söylenir ki, hesaplandığında o olayın tarihi ortaya çıkar. İşte "tarih düşürme sanatı" adı verilen bu sanat divan edebiyatı boyunca kullanılmış ve bütün kültür varlıklarımızın kitabelerinde yer almıştır.
Eski ve gelecek olayların tarihlerini bulmada :
Özellikle Kuran-ı Kerim ve hadislerden yapılan çalışmalarla geçmiş ve gelecek olaylara ait tahminler yapılmıştır. İstanbulun Fethinin "beldetun tayyibetun..." cümlesinden çıkartılması gibi. Bediüzzaman said-i Nursi'nin Sikke-i Tasdik-i Ğaybi adlı eserinde bununla ilgili çok sayıda örnek bulunmaktadır.
İlm-i remil peygamberlerden Danyal (AS) a verilmiş bir mucizedir. Remilde 16 değişik şekil vardır.Bu şekiller 32 hat ve 32 noktadan meydana gelmiştir.Her hat iki noktaya denk gelmektedirki 32 hattan 64 nokta çıkar.Remilin 32 noktasını da bunlara ilave edince yekun 96 olurki ebced le hesap edilmiş olan Danyal(AS) ın ismine denk gelir.Remil ilmi halka Danyal (AS) tarafından öğretilmiştir.Bu itibarla bu ilme çalışıp öğrenebilenlere bazı hususlarda müşkillerini halletme imkanı verilir. Bugün dünyada harikalar meydana getiren bilgisayarların esası da hat ve noktalarla yapılmış 16 şeklin muhtelif sentezlerinden meydana getirilen bağlarla düzenlenmektedir.16x16=256 ederki Cenabı Hakkın Nur ismine denk gelmektedir.
NUR isminin anlamı: İstediği kişilere ve gönüllere maddi ve manevi
yönden ilim ve irfan dağıtan demektir. Mahsusatı yani elle tutulan şeyleri
görebilmek için ışık, makulatı yani zevken bilinen şeyleri idrak edebilmek için
de irfan nurunu devamlı surette ihsan ve inayet buyuran ve bütün varlığı
kavrayan Zat-ı İlahinin bir tecelli ve zuhuru nurudur. Remilin başlangıç ve
kökü hakkında kısaca bilgi verebildiim kanısındayım.Şimdi Remil in nasıl
atılacağını şekillerini, işaret etikleri manaları kısaca yazarak siz değerli
ziyaretçilerimizi elden geldiği kadar aydınlatmaya çalışacağım. Remil atmakta
bir çok usüller vardır.Remil Arapça kum demektir. Çok eski zamanlarda kağıt
henüz yaygın olarak kullanılır olmadığından atılan remiller kum üzerine
yazıldığı için ismi ilmi remil kalmıştır.Kağıdın icadından sonra atılan remiller
aynı sistemle kum yerine kağıt üzerinde yapılmaya başlanmıştır.Remil atmada
kolaylık olmak üzere bazı memleketlerde zar kullanılmıştır.Şöyleki remil
attırmak isteyen kimselere 16 kere zar attırlılarak gelen zarın tek veya çift
oluşuna göre (tek sayılar için nokta ve çift sayılar için çizgi) remil tablosu
düzenlenerek sonradan yoruma geçilirdi. Bundan başka yine bazı yerlerde
kolaylık olması bakımından 16 remil şeklinin her birinden 4 er adet küçük kağıt
parçalarına yazılıp bükülerek bir torbaya konur ve remil attırmak isteyen
kimseye niyet ettirildikten sonra torbadan kağıtlar birer birer çektirilerek
remil tablosu düzenlenir ve yoruma geçilirdi.
Nasıh Nesh: Lügat manası: İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etmedir. Nesehe fiilinin mastarıdır. Nesh kelimesinin bu manalardan hangisinde hakikat, hangilerinde mecaz olduğu konusu ihtilaflıdır. Bazı ilim adamları “izale ve iptal etme” manasında hakikat, diğerlerinde mecaz olduğunu söylemektedirler. Şer’i manası: Bir nassın hükmünün ya yerine bir nass gelerek veya hiçbir nass gelmediği halde belli bir zaman sonra kaldırılmasıdır. Bu önceki farzla amel etme müddetini, bu farzla amelin ne zaman bittiğini ve sonrakiyle amelin ne zaman başladığını belirtir. Onun ne zaman biteceği Allah katında bilinir, fakat biz onun hükmünün sürekli olacağını düşünürüz. Onu nesheden ayet gelince onun hükmünün bittiğini anlarız. Bu da bizim ilmimizde bir değişmedir. Fakat Allah katında bir değişme yoktur. Mukaddes bir metnin ilgası manasında da kullanılır. Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldırılan delile nasih, hükmü kaldırılan delile de mensuh denilir.
Keza günlük konuşmalarımızda da, güneş gölgeyi izale etti,
ihtiyarlık gençliği giderdi, asırlar ve zamanlar birbirlerini neshetti gibi
lafızları kullanmaktayız. Ruhların bir bedenden diğerine intikaline inananların
kullandığı tenasuh kelimesi de, intikal manasını ifade etmektedir. Bir kitabı
istinsah etmek te nakilden başka bir şey değildir. İşte nesh kelimesi, şu
yukarıda verdiğimiz manalardan her biri yerinde kullanılabilir. Bazıları, onun
bu çeşitli manalarda kullanılışının mecazi olduğunu söylemişlerdir.
Nasih ve Mensuh İlminin Önemi:
İcaz kitabının yazarı şöyle dedi: Sahih senedle rivayet edilmiştir
ki Ali (r.a.) mescitte insanlara İslam’ı anlatan bir adam gördü. Ali ona: “Sen
nasih ve mensuhu biliyor musun?” diye sordu. Adam: “Hayır, bilmiyorum.” dedi.
Ali ona: “Sen helak oldun ve insanları helake sürüklüyorsun.” dedi. Ondan sonra
adamı mescitten çıkarttı ve ona bir daha insanlara İslamı anlatmayı yasakladı.
Bu rivayetin benzeri Abdullah İbn Abbas hakkında rivayet edildi. İbn Abbas
hakındaki rivayette ise, Adam nasih ve mensuhu bilmediğini söyleyince İbn Abbas
onu tekmeledi ve ona: “Helake uğradın ve insanları helake sürüklüyorsun.” dedi.
“Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir.” (Bakara: 2/269)
ayeti hakkında İbn Abbas şöyle dedi: Ayetteki hikmet’ten kasıt, Kur’an’ı, nasih
ve mensuhu, muhkemi-müteşabihi, mücmeli-mufassalı, daha önce nazil olanı-daha
sonra nazil olanı, haramı-helali ve Kur’an’da verilen misalleri bilmektir.
Huzeyfe İbn Yeman (r.a.) şöyle dedi: “İnsanlara fetva veren
kişiler üç türlüdür.
1) Kur’an’ın nasihini ve mensuhunu bilen kişi.
2) Kadı olarak tayin edilmiş ve başka çaresi olmayan kişi.
3) Fetva makamına layık olmayan fakat fetva veren kişi. Ben
birinci ve ikinci kişilerden değilim. Üçüncü kişi olmaktan da Allah’a
sığınırım.”
Şeyh Hibetullah İbnü Selame Nasih ve’l-Mensuh kitabında şöyle
dedi: Selef alimlerinden şöyle bir söz nakledilmiştir: “Kitap ilmini öğrenen
fakat nasih ve mensuhu bilmeyen kişinin ameli eksiktir. Çünkü böyle bir kişi
yasaklananla emredileni, mübah olan ile haram olan şeyleri karıştırır.
Rukye
okuyup üflemedir. Sihir karışmayan, yani şer ve şeytanlık için olmayıp da ondan
korunmak ve bir hastalık veya âfete Allah'tan şifa niyazı için kendine veya
diğerine hulûs-i kalp ve salih niyet ile bir duâ veya âyet okuyup üflemek
kabilinden olan nefesler caizdir. Çünkü bunda kimseye zarar vermek veya
sapıtmak veya Allah'tan başkasına sığınma ve iltica mânâsı yoktur.
Resulullah'ın kendisine ve diğerlerine bu şekilde okuyup üflediği ve böyle
hayır için rukye (üfleme)'ye müsaade ettiği sabit ve bu sebeple gerek ruhanî ve
gerek cismanî nice hastaların şifa bulduğu da vâki olmuş ve görülmüştür.
Bununla
beraber mutlaka okuyup üfleme ile koruma ve yardım isteme, yani okumakla tedavi
caiz olup olmayacağı hakkında da ihtilaf edilmiştir: Şüphe yok ki herkesin
Allah'a sığınarak kendisi ve diğerleri için duâ etmesi, okuması, sadece meşrû
değil, dince emredilmiştir. Lâkin bunun tedâvi için kendine okutmak denilen
mânâ ile rukye denilen tarzda yapılmasında, Razî'nin beyan ettiği üzere ihtilaf
edilmiştir. Bazıları rukyeyi, yani okuma ile tedâviyi yasaklamışlardır. Bunlar,
şu hadis ile istidlâl etmişlerdir.
"Allah'ın birtakım kulları vardır ki, kendilerine ne keyy (yarayı dağlama), ne de rukye (okuyarak tedavi) yaptırmazlar, yani dağlanmazlar ve başkalarının nefesiyle tedavi istemezler ve ancak Rab'lerine tevekkül ederler."
Bir
hadiste de "Allah'a tevekkül etmemiştir dağlanan ve okunmak isteyen."
buyurulmuştur.
Bunun
izahı Buhârî'nin ve daha geniş olarak Müslim'in Husayn b. Abdurrahman'dan
senetleriyle rivayet ettikleri şu hadistedir: Saîd b. Cübeyr'in yanında idim.
-Dün gece
düşen yıldızı hanginiz gördü? dedi.
-Ben,
amma, ben bir namazda değildim, böcek sokmuştu, dedim.-Ne yaptın? dedi,
-Rukye ettirdim, okuttum..
-Seni ona ne sevketti?
-Şâbî'nin bize haber verdiği bir hadis.
-Şâbî size ne haber verdi?
- Büreyde b. Husayb Eslemî'den "Gözden veya sokmadan başkasında rukye yoktur." dediğini bize haber verdi.
- İşittiğini tutan iyi yapmıştır. Fakat İbnü Abbas bize Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şöyle haber verdi:
- Peygamber buyurdu ki:
'Bana ümmetler gösterildi, peygamber gördüm yanında bir toplumcuk, peygamber gördüm yanında bir iki adam, peygamber gördüm yanında kimse yok. Derken bana bir büyük kalabalık gösterildi, zannettim ki benim ümmetim, derken bana denildi ki:
- Bu Musa
ve kavmidir, lâkin ufuğa bak, baktım ki yine bir büyük kalabalık, derken bana
denildi ki: Diğer ufuğa bak, baktımki bir büyük kalabalık.
- İşte
denildi bu senin ümmetin, beraberlerinde hesapsız ve azapsız cennete girecek
yetmiş bin vardı.Peygamber bunu söyledi, sonra kalktı evine girdi. İnsanlar bu hesapsız ve azapsız cennete girecekler kimler olduğu hakkında konuşmaya daldılar. Bazıları:
"Bunlar Resulullah'la sohbet edenler olsa gerek." dediler. Bazıları da:
"Bunlar
İslâm'da doğup da Allah'a hiç şirk koşmamış olanlar olsa gerek" dediler,
daha birtakım şeyler söylediler. Derken Resulullah (s.a.v.) çıktı:
"Neden
bahsediyorsunuz?" dedi, durumu haber verdiler, buyurdu ki:
"Onlar,
o kimselerdir ki, rukye yapmazlar, rukye istemezler, tetayyûr yani uğursuz da
görmezler ve ancak Rablerine tevekkül ederler."
Fakat Buhârî'de, Mesâbih'de ve Meşârık'da yoktur ve hadis şöyledir:
"Onlar,
o kimselerdir ki, uğursuzluk saymazlar, okunmak istemezler, dağlanmazlar ve
ancak Rab'larına tevekkül ederler." Bu, daha sahihtir.
Bu hadis
İhlâs Sûresi'nde "Samed"in mânâsını izahta geçtiği üzere sebeplere
gönül vermeyen, elemler ve musîbetler karşısında sarsılmayarak tevekkül
makamının en yüksek mertebesinde bulunan "nefs-i râdıye" sahibi Allah
ehli olanların büyükleri hakkında olduğu açıktır. Onun için bunlardan uğursuz
sayma ve okunmayı istemenin terkedilmesinin daha iyi olacağına istidlâl
olunabilirse de herkes için mutlaka men edilmesi ve yasaklanmasına istidlâl
etmek uygun olmaz. Yine Buhârî, Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında okunup
üflemeye müsaade eden hadisler de çoktur.
Bu
cümleden olarak Câbir b. Abdullah hadislerinde demiştir ki:
Benim bir
dayım vardı, akrep sokmasına okuyup üflerdi. Resulullah (s.a.v.) okuyup
üflemeden yasakladı. Onun üzerine, vardı -Ey Allah'ın Resulü! Sen okuyup
üflemeyi yasakladın, ben ise akrep sokmasına rukye ederim dedi.
Resulullah
da:
-Sizden
her kimin kardeşine bir menfaat etmeye gücü yeterse yapsın, buyurdu.
Avf
b.Mâlik Eşceî hadisinde de demiştir ki:
Biz
câhiliye zamanında okuyup üflerdik. Dedik ki:
-Ey
Allah'ın Resulü onun hakkında ne buyurursun?
-Rukyelerinizi bana arzediniz, rukyelerde bir sakınca yoktur, onda şirk olmadıkça." buyurdu.
Ebu Saîd
Hudrî hadisinde:
Resulullah'ın ashabından birtakım kimseler seferde idiler. Arap obalarından birine uğradılar. Onlara misafir olmak istediler, misafir etmediler.
-İçinizde bir rukye eden (okuyucu) var mı? Zira obanın efendisi ledig (yani yılan veya akrep sokmuş)dir" dediler.
Ashab
içinden bir adam -ki Ebu Saîd kendisidir
-Evet,
dedi.Vardı onu Fatiha Sûresi'yle okudu üfledi, bunun üzerine adam iyi oldu. Ona bir bölük koyun verildi, o, onu kabul etmek istemedi,
-Peygamber
(s.a.v.)'e arzetmeden almam, dedi ve Peygamber'e vardı anlattı,
-Ey
Allah'ın Resulü, vallâhi yalnız Fatiha Sûresi ile okudum.Resulullah tebessüm etti de:
-Sen onun rukye olduğunu ne bildin? Onu onlardan alın, bana da sizinle beraber bir hisse ayırın, buyurdu."
Daha
bunlar gibi hadisler delâlet ediyor ki, yasaklanmış olan rukyeler hakikatleri
bilinmeyen, sihir ihtimâli ve şirk mânâsı bulunan rukyelerdir.
Bazıları da üflemeyi yasaklamışlardır.
İkrime demiştir ki:
Rukye eden (okuyan) üflememeli ve sıvazlamamalı ve düğüm yapmamalıdır.
İbrahim Nahaî'den de selef; okunmalarda üflemeyi mekruh görürlerdi, diye nakledilmiştir.
Bazısı da demiştir ki:
Dahhâk'ın
yanına gittim ağrısı vardı, sana tâvîz okuyayım mı ey Ebu Muhammed! dedim.
"Peki velâkin üfleme." dedi, ben de Muavvizeteyn'i okudum."
Halîmî
demiştir ki:
"Rukye
edenin üflememesi ve sıvazlamaması ve düğüm yapmaması gerekir." diye.
İkrime'den rivayet olunan söz, sanki bu husustadır.
O, şuna
kâni olmuştur:
Allah
Teâlâ düğüme üflemeyi sığınılacak şeylerden kılmıştır. Şu halde yasaklanmış
olması vacip olur. Fakat bu istidlâl zayıftır. Çünkü ancak ruhlara ve bedenlere
zarar veren büyü olduğu zaman kötülenmiş olur. Ama bu üfleme, ruhları ve
bedenleri ıslah için olursa haram olmaması vacip olur.
Bununla
beraber Nesaî'de
Ebu
Hüreyre'den şu hadis de rivayet edilmiştir:
Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki:"Her kim bir düğüm bağlar da sonra ona üflerse sihir yapmıştır, sihir yapan da şirk etmiştir. Her kim bir şeye takılırsa (bir menfaati olur veya zararı defeder diye gönül takar, inanırsa veya o itikad ile muska ve nazarlık gibi bir şey takınırsa) ona havale edilir.
" Yani yalnız Allah'a sığınmayıp da o şeye bağlandığı, ondan umduğu, halbuki Allah'ın izni olmayınca hiçbir şeyin ne faydası, ne zararı olmayacağı için o takıldığı şeyden hiçbir fayda görmez, Allah'ın yardım ve lütfundan mahrum olur.
Her şeyin bir devası (ilâcı) vardır." hadisi gereğince rûhî hastalıklara rûhânî, cismanî hastalıklara cismanî sebeplerle tedavi meşrû olduğu gibi, karışık olanlara da karışık tedâvi elbette meşrû olur. Şu şart ile ki, tesir, sebeplerden değil, Allah'tan bilinmeli ve hepsinde de entrikadan, sihirbazlıktan, şarlatanlıktan, aldatma ve zarar vermeden sakınılmalıdır. Bu cihetle bedenî hastalıkların tedâvisinde bile gerek doktorun ve gerek hastanın ahlâk ve inanç itibarıyla ruh hallerinin dahi özel önemi bulunduğundan, ruhanî kıymet, iyi niyet ve itikat selameti hepsinin başında gelir. Yoksa tıp ilmi adına yapılan zararlar, afsunculuk, üfürükçülük adıyla yapılan zararlardan az değildir. Özellikle bunları Allah için insanlara hizmet ve menfaatten çok, sırf mal kazancı için vasıta yapan ve çok fazla ücretler almak üzere alış veriş akidleri yapmadan bir nefes sarfetmek bile istemeyen doktor taslaklarının, şarlatanların zararları, hiçbir zaman cinciliği, üfürükçülüğü sanat edinenlerden aşağı kalmamıştır. Böylelerinin de de dahil afsunculardan sayılması gerekir. Hatta yalnız tıp ilminde deği, her meslek ve sanatta hak ve hayır fikrinden ayrılarak insan aldatmak, şer saçmak için nefes sarfedenlerin hepsi de bu mânâda dahil olan, şerlerinden sığınılması gereken üfürükçülerin nefeslerinden olduğunun da unutulmaması gerekir. Bunların böyle olması ise karşılığında sırf hak ve hayır için ciddiyet ve doğrulukla Allah yolunda nefes sarfedenlerin varlıklarını ve kıymetlerini inkâra sebep teşkil etmez. Bundan dolayı, halis niyet ve temiz nefeslerle Allah'a sığınarak, Allah'tan şifa niyaz ederek okuyup üflemeyi de mutlaka sihirbazlık gibi kabul etmek doğru olmaz. Onun için rukye (okunma)yi caiz görenler Sıhah'ta rivayet edilen bir hayli hadis ile istidlâl etmişlerdir ki, Razî bunlardan şunları kaydetmiştir:
1-
Resulullah (s.a.v.) biraz rahatsız olmuştu. Cibril Aleyhisselâm ona okuyup
üfledi de "Bismillâh okur, rukye ederim sana seni inciten her şeyden,
Allah da sana şifa verir." dedi, diye rivayet edilmiştir.
2- İbnü
Abbas demiştir ki: Resulullah (s.a.v.) bize bütün ağrılardan ve hummadan
korunmak için şu duayı öğretirdi: "Kerim olan Allah'ın adıyla, ben her
kanı akan damarın şerrinden ve cehennem ateşinin şerrinden ulu Allah'a
sığınırım."3- Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: Bir kimse eceli gelmemiş bir hastanın yanına girer de yedi defa , "Niyaz ederim o ulu Allah'a, O yüce Arş'ın Rabb'ine ki sana şifa versin." derse şifa bulur.
4- Resulullah (s.a.v.) bir hastanın yanına girdiğinde şöyle derdi: "Gider o sıkıntıyı, insanların Rabb'i, ona şifa ver, sensin şifa veren, senin şifandan başka şifa yok, bir şifa ki dert bırakmaz."
5- Resulullah (s.a.v.), Hz. Hasan ile Hz. Hüseyn'i şöyle sığındırırdı: "İkinizi de Allah'ın tam kelimelerine sığındırırım, her şeytandan, kötü kazadan ve kötü gözden." derdi ve buyururdu ki: "Babam İbrâhim de oğulları İsmail ve İshak'ı böyle sığındırırdı."
6- Osman b. Ebi'l-Âs Sakafî'den, demişir ki: Resulullah'a vardım ve bende ağrı vardı, beni az daha öldürecekti. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sağ elini onun (ağrıyan yerin) üzerine koy ve yedi kere şöyle de: "Allah'ın adıyla, ben bulduğum şeyin şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım." ben de yaptım, Allah bana şifa verdi." Bu dikkate şâyandır ki Resulullah ona okumamış, onun kendisine okutmuştur.
7- Peygamber (s.a.v.) sefere çıkıp da bir yere konduğu zaman şöyle derdi: "Ey yer! Benim Rabbim, senin de Rabbin Allah'tır, Allah'a sığınırım senin şerrinden ve sendekinin şerrinden ve senden çıkanın şerrinden ve senin üzerinde debelenenin şerrinden, Allah'a sığınırım arslandan, kara yılandan, zehirli yılandan, akrepten, beldenin sâkinlerinin, doğuranın ve doğurduğunun şerrinden."
Bunlarda üflemeye dair bir işâret yoktur ve bunların meşrû sayılmaları için başka delile ihtiyaç olmaksızın Ku'rân'daki duâ ve sığınma emirleri ve bu sûreler yeterlidir. Bununla beraber Resulullah'ın üflediği ve sıvazladığı da sâbittir. 8- Resulullah (s.a.v.) her gece muavvizâtı (İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri) okur ellerine üfler, yüzüne ve vücuduna meshederdi. Bundan başka yine Hz. Âişe'den Sıhah'ta rivayet edilmiştir ki:
"Resulullah
(s.a.v.) ailesinden birisi hastalandığı zaman ona Muavvizâtı (İhlâs, Felâk ve
Nâs Sûreleri) üflerdi. Vefat ettiği hastalığında da ben okuyup üflüyor ve kendi
eliyle kendisini sıvazlıyordum. Çünkü onun mübarek elinin bereketi benim
elimden çok büyük idi."
Bununla
beraber Resulullah'ın kendisine başkalarının okumasını istemediğini anlatan şu
rivayet de çok mühimdir. Yine Sahîh-i Müslim'de: Hz. Âişe demiştir ki:
Resulullah
(s.a.v.) bizden bir insan rahatsız olduğu zaman onu sağ eliyle mesheder
(sıvazlar), sonra şöyle derdi: "İnsanların Rabbi olan Allah'ım o sıkıntıyı
gider, şifâ ver, sen şifa vericisin, senin şifandan başka şifa yok, senin şifân
dert bırakmaz."
Ne zaman
ki Resulullah (s.a.v.) hastalandı ve ağırlaştı, sağ elini tuttum, onun
yaptığını yapmak istedim, elini elimden çekti, sonra
"Allah'ım,
beni affet, beni Refîk-ı alâ ile beraber kıl." dedi, ben baka kaldım, ne
göreyim iş tamam olmuştu (yani vefat etmişti). Bunlardan başka Resulullah'ın
harpte ve diğer zamanlarda yaralananlara okuyup dokunmasıyla derhal şifa hasıl
olanlar da çoktur. Fakat onlar onun peygamberlik özelliğinden olan mûcizeler
kabilinden olduğu için diğerleri hakkında delil olmaz. Bununla beraber yine Hz.
Aişe "Resulullah (s.a.v.), Ensar'dan bir ehl-i beyte humeden, yani akrep
gibi zehirli hayvan sokmasından okuyup üflemeye ruhsat verdi." demiştir
ki, bu da Câbir hadislerini teyid etmektedir. Bunda emmek tıbben de faydalı
olduğuna göre, tükürmenin de bir yönü düşünülebilir. Bundan başka bir de gözden
okuyup üfleme (rukye)ye izin verilmiş olduğu ve bu sebeple "Göz değmesi ve
sokmadan başkasına rukye (okuyup üfleme) yoktur." denildiği de
zikredilmiştir.
Göz değme olayı bir nefsânî durum olması hasebiyle bunda da ruhanî bir nefes ve telkinin faydası açıktır demektir.
Şimdi
bütün bunlardan hasıl olan sonuç da şudur ki:
Sihir
şâibesi olmamak üzere ruhî ve bedenî kurtuluş için tesirli dualarla rukye
(okuyup üflemek) caiz olmakla beraber, istirkâ yani kendini başkasına okutmak,
okuyup üfleme talep etmek, Allah'a sığınmak ve dua etmek için başkasının
aracılığını dilemek mânâsını içine almış olması itibarıyla dinen hoş görülmüş
değildir. O yukarıda zikrolunan hadisler gereğince Allah'ın hesapsız ve azapsız
cennete girecek has kulları ondan sakınırlar. Bundan dolayı Hanefî fıkhında bu
mesele şu şekilde yazılmıştır: Şifa veren ancak Allah Teâlâ olduğuna ve şifaya
onu sebep kıldığına itikat ettiği takdirde tedavi ile meşgul olmakta bir
sakınca yoktur. Amma şifa veren ilaçtır diye inanırsa değil.
Karşılığında
bir şer ve zarar düşünülmedikçe mümkün olan en zayıf bir fayda ihtimalinden
dahi insanları yasaklamak doğru olmaz. Yüzde yüz değil, binde bir, milyonda bir
misâle dayanan bir ihtimâl dahi olsa karşılığında bir zarar ihtimali
bulunamayan bir fayda mülâhazası yalnız kuruntu değil, az çok delilden doğan
bir şüphe demek olduğundan, ihtiyaç halinde daha kuvvetlisi bulunamayınca
onunla amel caiz görülür ve öyle bir tesellinin mutlak şekilde yasaklanması da
makûl olmaz. Fakat insanların sihirbazlara, şeytanlara kapılması da en çok bu
gibi şüpheli durumlar içinde meydana gelir ve onun için zarar ihtimâllerinin de
iyi düşünülmesi gerekir.
Bu esas üzere Fıkıh'ta da, şifa, Allah'tan bilinmek şartıyla tedavinin kesin olanıyla amel vacip, korku zamanında terk edilmesi haram; maznun (galip zan) olanıyla amel câiz, durumlara ve şahıslara göre bazan yapılması, bazan da terkedilmesi daha uygun; mevhûm (kuruntu) olanıyla da amel etmek yasaklanmış değilse de, terk edilmesi daha uygun denilmiş, rukye (okuyup üfleme) de mevhûm (kuruntu) kısmından sayılmıştır. Kuruntu olmasının sebebi de dua olması itibarıyla değil, okuyanın nefesinde sebeplik düşüncesi itibarıyladır.
Şu halde
bu açıklamadan anlaşılır ki okuyup üfleme ile tedavi halkın pek çoğunun
zannettiği gibi dindarlığın gereği ve dinin emrettiği bir şey değil, nihayet
bir izindir. Asıl dindarlığın gereği onu terketmek sûretiyle Allah'a dayanmak
ve ancak Allah'a sığınıp O'na kendisi doğrudan doğruya duâ etmek ve duâsına
başkalarının aracılığını istememektir. Müminin mümine gerek huzurunda ve gerek
arkasından duâsı meşrû ve müstahsen ve hatta dinî görevi bulunduğunda ve
"Duâ ibâdetin iliğidir." hadis-i şerifi gereğince duâ ibadetin,
dindarlığın iliği olduğunda şüphe yok ise de, duâ etmek başka, okuyup üflemek,
başkasının nefesinden medet beklemek yine başkadır.
Allah
Teâlâ duâyı emretmiş
"Bana
duâ edin, duânızı kabul edeyim." (Mümin, 40/60)"Ben (o kullara) yakınım. Bana duâ edince duâ edenin duâsına karşılık veririm." (Bakara, 2/186)
"De ki: Duanız olmasaydı Rabbim size ne değer verirdi?" (Furkan, 25/77)
Fakat şirkten kendinden başkasına duâ etmekten yasaklamış,
"Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O'na ortak koşmam, de." (Cin, 72/20)
Aynı şekilde Kur'ân'da ve Resulü'nün diliyle en güzel duaları öğretmiş bütün şerlerden doğrudan doğruya kendisine sığınılmasını emretmiştir. Okuyup üfleyecek olan bunları bellesin, her zaman kendine cankurtaran edinsin. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edildiği üzere her gece ve her ihtiyacında temiz kalp ve itikat ile okusun, kendine üflesin, mümin kardeşlerine de hem dua, hem tavsiye etsin, temiz nefesle dua edenlerin dualarının bereketlerini de inkâr etmesin. Buna söz yok, fakat Allah Teâlâ böyle dua ve icabet (kabul etme) kapısını herkese açtığı, ona genellikle herkesi çağırdığı, herkesin doğrudan doğruya sığınmasını istediği ve şirk ayıbını kabul buyurmadığı halde; ona doğrudan doğruya dua ve ibadet ile sığınma ve ilticayı bırakıp da, "Ben o kapıya gidemem, ne isteyeceğimi de bilemem." diye dua tellalı aramaya ve onun nefesinden meded ummaya kalkışmak dindarlığın gereği değil, câhiliyye adetidir. İnsanlar bundan gafil olup kendisine okutup üfletmeyi dindarlık gereği sandığı için burada bu genişçe anlatım ile sözü uzatmaya lüzum görüldü.
"Muvaffak edici Allah'tır."
ESMAÜL HÜSNA
ESMA-ÜL HÜSNA'NIN
ANLAMLARI VE HAVASLARI ;
Bilindiği gibi Allah'ın
(C.C.) güzel isimleri (Esma-ül Hüsna)'sı vardır. Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'de
çeşitli ayetlerlebelirtilmiştir. Allah, (C.C.) yüce zatını bizlere tanıtırken
ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
‘’ O yaratan, var
eden,varlıklara şekil veren Allah’tır. (C.C.) En güzel isimler ( Esma-ül Hüsna
) O’namahsustur.’’
‘’ De ki ister Allah
(C.C.) diye, ister Rahman diye Dua edin. Çünkü en güzel isimler O’na
mahsustur. ‘’
‘’ Allah kendisinden
başka ilah olmayandır. En güzel isimler onundur. ‘’Meşhur hadis kitaplarında:
‘’Şüphesiz Allah’ın
(C.C.) 99 ismi vardır, kim bunları ezberleyip manasını düşünerek sonuna kadar
sayarsacennete girer. ‘’
Allah’ın 99 ismi
olduğunu anlıyoruz. Allah'ın (C.C.) isimlerinin her birinin sözlük anlamı
vardır. Bu isimler Allah'ın(C.C.) kudretinin değişik şekillerde tecellilerinin
isimleridir. Müslümanlar Allah'tan (C.C.) bir dilekte bulunacaklarızaman veya
duâ edecekleri zaman genellikle Allah'ın (C.C.) isimlerinden bazıları ile
dilekte bulunurlar ve duâederler.
Örneğin bol rızık
istemek için O'nun Rezzak olduğunu, günahlarını affetmesini diledikleri zaman
O'nun Rahim,Gafur ve Afuv olduğunu vurgularlar; çok bunaldıklarında O'nun
Vasi' ismiyle kendilerine ferahlık vermesiniisterler. Bu örnekler daha da
çoğaltılabilir. Sözlük anlamları dışında Esma-ül Hüsna'nın her birinin ayrı
bir özelliğivardır. Bazı dileklerin ve istenilen şeylerin yerine gelmesi,
Duaların kabul edilmesi için, ya da bazı sıkıntılarıngitmesi, hastalıkların
geçmesi ve buna benzer hususlar için Allah'ın (C.C.) bazı isimlerinin belli
miktarlardazikredilmesi gerekir. İşte buna Esma-ül Hüsna'nın Havassı (
hususiyetleri, özellikleri ) denir. Esmaları kurallarınagöre yaptıktan sonra
o Esmayı saatinde ve gününde sayısınca okursanız Allah’ın (C.C.) izni ile
başarıkaçınılmazdır.
|